126008.fb2 Rama ?le bulu?ma - читать онлайн бесплатно полную версию книги . Страница 14

Rama ?le bulu?ma - читать онлайн бесплатно полную версию книги . Страница 14

RAMA’NIN DÜZLÜĞÜ

O sonsuz merdivenlerden sonra yatay bir yüzey üzerinde yürümek onlara garip bir rahatlık veriyordu. Önlerinde uzanan düzlük, ışıkla aydınlanan bölgenin sınırları boyunca tam anlamıyla düzdü, daha ötelerinde yükselen eğim belli oluyordu. Çok geniş ve eğri bir vadide yürüdükleri hissine kapılıyorlardı. Olağandışı büyüklükte bir silindirin içinde yürüdüklerine ve onları çevreleyen ışık dairesinin dışında yeryüzünün çevrelerinde yükselerek gökyüzü ile birleştiğine inanmak son derece güçtü.

Kendilerine güvenmelerine ve gizli bir heyecan duymalarına rağmen bir süre yürüdükten sonra Rama’mn insanı etkileyen sessizliği ağır bir şekilde onların üzerine çökmeye başladı. Her adım, her ses en küçük bir yankı yapmadan hemen kayboluyordu. Yarım kilometreden biraz fazla yol aldıktan sonra Teğmen Calvert buna daha fazla dayanamadı.

Bütün başarılarının yanında Teğmen Calvert’in az rastlanan bir yeteneği vardı — ıslık çalma sanatı. Etraftan teşvik edilsin veya edilmesin ıslığıyla son iki yüz yılın filim-lerinden ünlü temaları rahatça çıkarabilirdi. Kendi kendine Disney’in yedi cücelerinin „heigh-ho, heigh-ho, ‘tis off to work we go” marşını çalmaya başladı. Sonra onun bu duruma uymadığını görünce „Kwai Nehri Marşı”na geçti. Daha sonra kronolojik sırada bir düzine kadar parça çaldiktan sonra Krassman’ın yirminci yüzyılda yaptığı Napoleon’un fon müziği ile bitirdi.

Bu iyi bir deneme olmuştu, fakat neşelendirmek bir yana moral artırıcı olarak bile işe yaramamıştı. Rama’nın hafif parçalar yerine Bach, Beethoven, Sibelius veya Tu-an Sun’un ihtişamına ihtiyacı vardı. Norton tam ona ileride karşılaşacakları güçlükler nedeniyle nefesini tutmasını söylemeyi düşünürken genç subay boş yere çaba harcadığını farkederek ıslığı kesti. Bundan sonraki bölümü, gemi ile yapılan seyrek konuşmalar dışında, sessizlik içinde yürüdüler. Rama ilk raundu kazanmıştı.

Bu ilk yolculukta Norton yollarından ufak bir sapma yapmaya karar verdi. Paris, merdivenlerin bittiği yerle si-lindirik deniz arasındaki düz yolun tam ortasmdaydı, fakat yollarının bir kilometre kadar sağında çok göze çarpan, oldukça esrarlı ve „Düz Vadi” diye isimlendirdikleri bir şekil vardı. Burası kırk metre derinliğinde, yüz metre genişliğinde, kenarları meyilli bir oluk veya hendek idi. Onu geçici olarak bir sulama hendeği veya kanalı olarak tanımlamışlardı. Tıpkı merdivenler gibi bunun da Rama’nın eğri yüzeyi üzerinde yerleştirilmiş iki tane daha benzeri vardı.

Üç vadi de on kilometre uzunluktaydı ve denizin önünde birdenbire bitiyorlardı — eğer su taşımaya yarıyorlarsa bu çok garipti. Denizin diğer yanında aynı şekil tekrarlanıyordu, üç tane daha on kilometrelik hendek de güney kutup bölgesinde uzanıyordu.

On beş dakikalık rahat bir yürüyüşten sonra düz vadinin yanına geldiler ve bir süre onun derinliğini incelediler. Mükemmel şekilde düz olan duvarlar, üzerinde hiçbir tutunacak yer olmadan altmış derece eğimle aşağıya iniyordu. Zemini tıpkı buza benzeyen düz ve beyaz bir madde kaplamıştı. Buradan alınacak bir örnek birçok soruya cevap verebilirdi. Norton bir denemeye karar verdi, Calvert ve Rodrigo onun tutunduğu emniyet ipini yavaş yavaş salarlarken eğri duvardan aşağı inmeye başladi. Vadinin dibine indiği zaman buz üstüne basarken hissedilen kayganlığı bulacağını zannediyordu, fakat çok geçmeden yanıldığını anladı. Sürtünme çok büyük ve bastığı yer çok sağlamdı. Bu madde bir tür cam veya kristale benziyordu. Parmağıyla dokundu onun soğuk, sert ve direngen olduğunu gördü.

Ana girişteki projektöre sırtını çevirerek gözlerini kamaşmaktan koruyan Norton donmuş bir gölün derinliklerini görmeye çalışan bir insan gibi bu kristal derinlikleri incelemek istedi. Fakat hiçbir şey belli olmuyordu. Hatta başlığının lambasını yakından üzerine tutması bile bir işe yaramadı. Bu madde şeffaf değil yarı-şeffaftı. Eğer donmuş bir sıvı ise kuşkusuz erime noktası sudan daha yüksekti.

Jeoloji takımından çıkardığı bir çekiç ile maddeye hafifçe vurdu; alet donuk, ahenksiz bir tınlamayla geri sıçradı. Daha sert vurdu, gene sonuç alamadı. Tam bütün gücüyle vuracaktı ki ani bir his onu durdurdu.

Bu maddeyi sonunda kıracağından kuşkusu yoktu. Fakat kırsa ne olacaktı? Büyük bir pencere camını kıran bir vahşiden farkı kalmayacaktı. Nasıl olsa ilerde daha iyi bir inceleme yapacaklardı, hem şimdilik oldukça değerli bilgi de toplamıştı. Artık bunun bir kanal olmadığı da bir gerçekti. Bu sadece birdenbire başlayıp, birdenbire biten ve hiçbir yere ulaşamayan garip bir hendekti. Bir zamanlar sıvı taşımışsa rastlanması olağan olan lekeler, kuruyan çöküntülerin oluşturduğu tabakalar neredeydi? Her-şey, Rama’yı inşa edenler sanki dün burayı terketmişler gibi parlak ve temizdi.

Bir kez daha Rama’nın temel sırrı ile yüz yüze gelmişti, ve bu kez kaçınmak imkansızdı. Kumandan Norton hayal gücü makul ölçüde bir insandı, zaten kuruntulara ve hayallere kendini fazla kaptırmış olsa bu günkü yerine gelemezdi. Fakat şimdi ilk kez olarak içinde tam anlamıyla bir önsezi değil, sanki bir bekleyiş hissi vardı. Hiçbir şey göründüğü gibi değildi; bu yepyeni fakat aynı anda milyonlarca yıl yaşlı yerde çok… çok garip birşey vardı.

Düşünceler içinde küçük vadinin uzunluğu boyunca yürümeye başladı. Hâlâ onun beline bağlı ipi tutan arkadaşları uçurumun üstünden onunla beraber yürüdüler. Norton daha fazla birşey bulabileceğini sanmıyordu, fakat kendini kaptırdığı hislerin hemen kesilmesini istemiyordu. Onu rahatsız eden başka bir şey daha vardı, bunun da Rama’nın açıklayamadığı yeniliği ile ilgisi yoktu.

On-on beş metre kadar yürümüştü ki birden bunun ne olduğunu anladı.

Bu yeri biliyordu. Burada daha önce bulunmuştu. Dünya’da veya başka bir gezegen üzerinde böyle rahatsız edici hislere kapılma olayları az rastlanan şey değildi. Birçok insan arasıra bazı olayları daha önce yaşadıkları hislerine kapılırlar, fakat bunu eski bir fotoğraf veya büyük bir rastlantı gibi karşılayarak üzerinde durmaz, unuturlardı. Veya başka bir akıldan aldıkları telepatik bir haber veya geleceklerinden bir görüntü olarak kabul ederlerdi.

Fakat, hiçbir insanın daha önce görmediği bir yeri tanımak — işte bu çok sarsıcıydı. Norton birkaç saniye yürümekte olduğu kristal yüzey üzerinde duygularını güç-lendirebilmek için kımıldamadan durdu. Düzenli evreni tersine dönmüş ve o, bütün yaşamı boyunca inatla reddet tiği saçmalıklara inanacak duruma gelmişti.

Sonra, birden büyük bir ferahlık duydu. Sağlam mantığının yardımıyla, onu sıkan, boğan hisler iyice hatırladığı bir gençlik anısına dönüştü.

Evet, gerçekten bir zamanlar böyle meyilli bir şekilde aşağı inen duvarlar arasında durmuş ve onların çok uzakta birleşircesine uzaklaştığını seyretmişti. Fakat duvarlar metal değil, çok temiz biçilmiş çimenle ve bastığı yer de sert kristalle değil, kırık taşlarla kaplıydı.

Bu olay otuz yıl önce İngiltere’deki bir yaz tatilinde olmuştu. Bir kız talebe yüzünden (onun yüzünü hatırlıyor — fakat ismi aklına gelmiyordu.) sonraları bilim ve mühendislik mezunları arasında çok popüler olan endüstriyel arkeoloji derslerini izlemişti. Terkedilmiş kömür madenlerini ve pamuk fabrikalarını keşfetmişler, harap olmuş maden eritme ocakları ve buhar makineleri üzerine tırmanmışlar, hâlâ tehlikeli ilkel nükleer reaktörler üzerinde inanılmaz geziler yapmışlar ve restore edilmiş motor yolları üzerinde paha biçilmez türbinle işleyen antikaları kullanmışlardı.

İnsanlar günlük kullandıkları araçları saklamak zahmetine nadiren katlandıklarından, gördükleri herşey hakiki değildi. Fakat kopyesini yapmaları gerekince bunu büyük bir dikkatle yeniden yapmışlardı.

Böylece genç Bili Norton kendini Büyük Batı Demir-yolu’nun otuz kilometre uzunluğundaki dümdüz yolu üzerinde saatte yüz kilometre hızla giden ve iki yüz yaşında gözüken bir lokomotifin ocağına kömür atarken buluver-mişti. Demiryolu gerçekten eskiydi. Ortaya çıkarılması, üzerinde tren işler hale gelmesi büyük çaba ve masraf gerektirmişti.

Düdük çalarak bir tepenin içinden dalmışlar, dumanlı, kıvılcımların aydınlattığı bir karanlıkta şaşılacak kadar uzun bir yol gittikten sonra tünelden derin, eğri ve çimen-li duvarların arasında kalmış tam anlamıyla düz bir vadiye çıkmışlardı. Çoktan unutmuş olduğu bu sahne şimdi hemen hemen aynı olarak önünde uzanıyordu.

Teğmen Rodrigo seslendi, „Ne oluyor kaptan, bir şey mi buldunuz?” Norton kendini içinde bulunduğu gerçeğe çekerken zihnindeki baskının bir kısmından kurtulduğunu hissetti. Burada bir sır vardı — evet; fakat bu, insan anlayışının ötesinde olamazdı. Bir ders almıştı ve bu deneyi arkadaşlarına anlatmaya henüz hazır değildi. Ne pahasına olursa olsun Rama’nın onu ezmesine izin vermemeliydi. Bu, başarısızlığa yol açabilirdi. „Hayır” diye cevap verdi „burada bir şey yok. Beni yukarı çekin. Doğruca Paris’e gidiyoruz.”