126008.fb2
Şimdi Rama’nm içinde yirmiden fazla kadın ve erkek vardı — altı tanesi aşağı düzlükte, geri kalanları da hava deliğinden ve merdivenlerden aşağı teçhizat ve yiyecek taşıyorlardı. Gemi, görevde bırakılması gereken en az mürettebat dışında hemen hemen terkedilmişti. Mürettebat arasında Endeavour’un artık dört maymun tarafından yönetildiği ve Goldie’ye vekil-kumandan rütbesi verildiği şakası dolaşıyordu.
Bu ilk geziler için Norton, insanların ilk uzay uçuşlarından beri kullandıkları önemli yer kurallarını uygula/noktaydı. Her gurupta bir tane — fakat yalnız bir tane — tecrübeli kişinin bulunmasını kararlaştırmıştı. Böylece herkes en kısa yoldan zorunlu tecrübe kazanmak zorunda kalacaktı.
Silindirik Deniz’e yol alacak ilk guruba gemi doktoru Laura Ernst’in başkanlık etmesine rağmen, Paris’ten henüz dönmüş olan Teğmen Boris Rodrigo tecrübeli yardımcı olarak onun yanında bulunacaktı. Üçüncü üye, çavuş Pieter Rousseau daha evvel destek takımıyla birlikte ana girişte bulunmuştu: Çavuş Pieter uzay araştırmaları teçhizatı üzerinde bir uzmandı, fakat bu yolculukta yalnız gözlerine ve küçük bir taşınabilir teleskoba güvenmek zorundaydı.
Alfa merdivenlerinin dibinden deniz kıyısına kadar on beş kilometre vardı — bu uzunluk Rama’nm düşük çekiminde Dünya ölçülerine göre sekiz kilometreye denk oluyordu. Kendi koyduğu sağlık kurallarına uymak zorunda olan Dr. Laura Ernst canlı adımlarla ilerliyordu. Yarı yolda otuz dakika mola verdikten sonra bütün yolu tümüyle olaysız üç saatte tamamladılar. Rama’nın yankısız karanlığı boyunca Giriş Kontrol’ün projektör ışığı altında yaptıkları bu yolculuk çok monoton geçmişti. Işık havuzu onlarla beraber ilerledikçe yavaş yavaş uzun ve dar bir elips şşkline dönüşüyordu. Işık boyunun böyle uzaması ilerlediklerinin tek belirtisi oluyordu. Eğer Giriş Kontrol’daki gözcüler onlara uzaklık rakamlarını vermeseler bir kilometre mi, yoksa beş kilometre mi yol aldıklarını tahmin edemezlerdi. Sadece milyonlarca yıldır süren gecede üzerinde hiçbir ek yeri olmayan, dümdüz metal yüzeyde ağır ağır ilerliyorlardı.
Fakat sonunda, çok uzakta, artık zayıf şekilde onlara ulaşan ışığın sınırlarında yeni bir şey vardı. Normal bir dünya üzerinde buna ufuk denirdi. Yaklaştıkça üzerinde yürüdükleri düzlüğün aniden kesildiğini gördüler. Deniz kıyısına yaklaşmışlardı.
Giriş Kontrol: „Yalnız yüz metre ilerinizde” dedi. „Yavaşlasamz iyi olur.” Bu uyarıya gerek yoktu. Onlar yavaşlamışlardı bile. Kenarında durdukları düzlükten deniz kıyısma. tabii eğer bu da o esrarengiz kristale benzeyen maddeden değil de bir deniz ise — elli metrelik dik bir uçurum vardı. Norton’ un herkese Rama’nın içinde gördükleri herhangi bir şeyi almanın tehlikeli olacağını anlatmasına rağmen bazıları hâlâ denizin buzdan yapılmış olduğundan kuşkulanıyorlardı! Acaba hangi akla yatkın bir nedenle güney kıyılarındaki uçurum buradaki gibi elli metre değil de, beş yüz metre yükseklikteydi? Sanki dünyanın sonuna yaklaşıyorlardı: önlerindeki oval ışık gittikçe kısalarak birdenbire kesiliverdi. Fakat akta denizin eâri yüzeyi üzerinde korkunç ve amış gölgeleri her hareketlerini ürkütücü şekilde büyüterek gözüktü. Bu gölgeler ışığın içinde yürüdükçe onlara yol boyu arkadaşlık etmişti. Fakat uçurumun kenarında kırılıp buzda yansıyınca artık onların bir parçası gibi görünmüyorlardı. Silindirik Deniz’de yaşayan ve bölgelerine girecek davetsiz misafirlerle hesaplaşmaya hazırlanan yaratıklara benziyorlardı.
Elli metrelik uçurumun kenarında durduklarından ilk kez olarak Rama’nın eğriliğini değerlendirme mümkün olabiliyordu, içlerinden hiçbiri donmuş bir gölün yukarıya kıvrılarak bütün bir Silindirik yüzeyi kapladığını görmemişti. Bu kesinlikle tedirgin edici bir görüntüydü ve gözleri başka bir yorum yapabilmek için onlara yardımcı olmaya çalışıyordu. Bir zamanlar göz aldanmaları üzerine çalışma yapmış olan Dr. Ernst bile ilk anlarda yatay olarak eğri bir körfeze bakmakta olduğunu sandı. Bu fantastik gerçeği kabullenebilmek için bilinçli bir çaba harcamak gerekiyordu.
Yalnız tam önlerinde, Rama’nın eksenine paralel olan hat normalliğini koruyordu. Sadece bu yönde görüntü ve mantık arasında bir uyum vardı. Burada — hiç olmazsa birkaç kilometre için — Rama düz görünüyordu ve düzdü de… Ve orada, biçimi bozulmuş gölgelerinin arkasında, ışığın sınırlarının dışında Silindirik Deniz’e hükmeden ada yatıyordu. „Giriş Kontrol…” Dr. Ernst radyodan seslendi, „lütfen ışığı New-York’a çevirin.” Oval ışık denize doğru kayarken Rama’nın gecesi birden üzerlerine çöküverdi. Görünmeyen uçurumun ayakları dibinde olmasının bilinciyle hepsi birkaç metre geriye çekildiler. Sonra, sanki sihirli bir sahne değişimiyle New-York’un kuleleri ortaya çıktı.
Burasını eski Manhattan’a benzetiş çok yüzeyseldi. Dünya’nın geçitlisinin yıldızlardan gelen benzeri kendine has bir özellik taşıyordu. Dr. Ernst New-York’a baktıkça buranın bir şehir olamayacaâma daha çok emin oluyordu.
İnsanların yerleşim yerlerinin çoğu gibi yaslı New-York hiçbir zaman bitirilememişti; şimdi bile planlaması devam ediyordu. Halbuki bu yer baştan başa öyle kompleks bir simetri ve düzene sahipti ki. insanın zihni karışıyordu. Burası üstün bir zekâ tarafından düşünülüp planlanmış ve sonra da tıpkı belirli bir amaç için yapılmış bir makine gibi, tamamlanmıştı. Bundan sonra büyüme veya değişme imkânı yoktu.
Işıldağın aydınlığı yavaş yavaş uzak kuleler, kubbeler, birbirine bağlı küreler ve çapraz borular üzerinde dolaştı. Ara sıra düz bir yüzey üzerine düşen ışığın onlara doğru yansıması nedeniyle parıltılar oluşuyordu, ilk kez yansıma olduğunda hepsi çok şaşırdılar. Sanki orada… o garip adada birisi onlara işaret veriyordu…
Fakat buradan, ana girişten alınmış olan fotoğraflarda zaten büyük bir detayla gösterilen şekillerden fazla bir şey görmelerine imkân yoktu. Birkaç dakika sonra ışığın tekrar kendi üzerlerine çevrilmesini istediler ve uçurum boyunca doğuya doğru yürümeye başladılar. Akla yatkın bir düşünceye göre, bir yerde, muhakkak denize doğru inen bir merdiven veya rampa olmalıydı. Bir zamanlar usta bir gemici olan mürettebattan biri ilginç bir varsayımda bulunmuştu. Çavuş Ruby Barnes: „Nerede deniz varsa,” demişti, „orada muhakkak limanlar, doklar ve gemiler vardır. Bir kültürün her şeyini, gemilerini inşa şeklini inceleyerek öğrenebilirsiniz.” Arkadaşları bunun oldukça sınırlı bir görüş olduğunu düşünüyorlardı ama hiç değilse oldukça teşvik ediciydi.
Dr. Ernst tam aramaktan vazgeçip aşağıya iple inmeye hazırlanırken, Teğmen Rodrigo, dar merdivenleri gördü. Uçurum kenarının yaptığı gölge ve tutunacak bir trabzanın olmayışı merdivenin gözden kaçmasına yol açmıştı. Merdiven belirli bir yere inmiyordu, elli metrelik dikey duvarı bir merdiven için oldukça dik bir eğimle iniyor ve denizin yüzeyinin altında kayboluyordu.
Başlıklarının ışığıyla merdivenleri aydınlattılar ve hiçbir tehlike görmediler. Dr. Ernst aşağı inmek için kumandan Norton’un iznini aldı. Bir dakika sonra da denizin yüzeyini dikkatle kontrol ediyordu.
Ayakları hemen hemen hiçbir sürtünme ile karşılaşmadan ileri geri kaydı. Bu madde tıpkı buza benziyordu… gerçekten de buzdu.
Çekiciyle buza vurdu ve buz kırılması seslerini tanıdı, sonra hiçbir zorluk çekmeden istediği kadar parça topladı. Bazıları onları ışığa tutuncaya kadar elinde erimişti bile. Sıvı hafif yoğun ve bulanık bir suya benziyordu. Tedbirli bir şekilde kokladı. Rodrigo yukarıdan kuşkuyla seslendi: „Nasıl? Tehlikeli mi?” „İnan bana Boris, buralarda benim dedektörlerimden kaçmış bir virüs olsaydı, sigorta poliçelerimizin bedeli bir hafta önce ödenmiş olurdu.” Fakat Boris’in düşüncesi farklıydı: Yapılmış olan bütün testlere rağmen az da olsa, bu maddenin zehirli olması veya bilinmeyen bir hastalık taşıması olasılığı vardı. Normal şartlar altında Dr. Ernst en küçük bir riski göze almazdı. Şimdi ise zaman kısa ve oynanan kumar çok büyüktü. Eğer ilerde Endeavour’u karantinaya almak gerekse bile bu, onun bilgi yükü için çok ufak bir bedel olacaktı.
Dr. Ernst devam etti: „Evet, bu bir su, fakat içilmesi göze alınamayacak nitelikte bir su — tıpkı bozulmuş bir yosun kültürü gibi kokuyor. Laboratuvara gitmek için sabırsızlanıyorum.” „Buz, üzerinde yürünecek kadar sağlam mı Doktor?” „Evet, bir kaya gibi sert.” „Öyleyse New York’a kadar gidebiliriz.” „Gidebilir miyiz Pieter? Hiç buz üzerinde dört kilometre yürümeyi denedin mi?” „Oh… ne demek istediğini anlıyorum. Depodan paten istesek ne diyeceklerini bir düşünün. İçimizden çoğu paten kullanmayı bile bilmiyor. Hatta gemide bilen olduğunu da sanmıyorum.” Boris Rodrigo söze karıştı.
„Başka bir problem daha var. Farkında mısınız, ısı donma noktasının üzerine yükseldi. Çok geçmeden buz eriyecek. Dört kilometre yüzebilecek kaç uzay adamı vardır? Ben değil…”
Dr. Ernst merdivenleri çıkarak onların yanına geldi ve elindeki içi su örneği dolu şişeyi zaferle havaya kaldırarak: „Birkaç santilitre kirli bir su için uzun bir yürüyüş oldu” dedi, „fakat bu su bize Rama hakkında şu ana kadar bulduklarımızdan çok fazla şeyler öğretebilir. Haydi artık eve dönelim.” Ana Giriş’in uzak ışıklarına dönerek Rama’nın az çekim gücü için en uygun yürüyüş olarak saptadıkları yumuşak, uzun ve rahat adımlarla ilerlemeye başladılar. Donmuş denizin ortasında duran adanın gizlediği sırların etkisiyle sık sık geriye bakıyorlardı.
Ve yalnız bir kez Dr. Ernst yanağında hafif bir rüzgâr hissettiğini sandı, fakat bir daha tekrarlanmadığı için çabucak unuttu.