126008.fb2 Rama ?le bulu?ma - читать онлайн бесплатно полную версию книги . Страница 23

Rama ?le bulu?ma - читать онлайн бесплатно полную версию книги . Страница 23

SİLİNDİRİK DENİZ’DE YOLCULUK

„içinizden biri bir şişe şampanya ile bu yeni gemiye isim vermeyecek mi?” „Eğer gemide şampanya olsaydı bile böyle canicesi-ne harcanmasına izin vermezdim. Hem artık çok geç, onu denize indirdik bile.” „Hiç olmazsa yüzüyor, iddiayı kazandın Jimmy. Dün-ya’ya döndüğümüzde borcumu öderim.” „Bir ısım koymalıyız, teklifi olan var mı?” Bu şakalaşmalara neden olan cisim şimdi, Silindirik Deniz’e inen merdivenlerin biraz ötesinde, sakin sularda hafif hafif sallanıyordu. Bu, altı tane boş malzeme fıçısının hafif bir maden çerçeve ile birleştirilmesiyle yapılmış küçük bir saldı. Onu Alfa kampında inşa etmek, birleştirmek ve on kilometrelik düzlükte kolayca takılıp çı-karılabilen tekerlekler üzerinde deniz kıyısına kadar taşımak bütün mürettebatın birkaç günlük enerjisini tüketmişti. Bu çaba, karşılığı alınması gereken bir kumardı.

Kazanılacak ödül göze alınacak riske değerdi. Beş kilometre ötede, gölgesiz aydınlığın ortasında, bilmece kuleleriyle parıldıyan New-York, Rama’ya girdikleri günden beri onlarla alay edercesine yükseliyordu.

Hiç kimsenin bu şehrin — veya şehir değil başka bir şeyin — bu dünya’nın g-erçek kalbi olduğundan kuşkuşu yoktu. Rama’da başka hiçbir şey yapamasalar bile, New-York’a ulaşmaları şarttı.

„Hâlâ gemiye bir isim veremedik Kaptan, ne diyorsunuz?” Norton güldü, fakat sonra birden ciddileşerek: „Bir isim buldum” dedi. „Ona Resolution adını verelim.” „Neden?” „Bu Cook’un gemilerinden birinin ismiydi. Güzel bir isimdir, hayırlı olsun.” Saygılı bir sessizlik oldu, sonra geminin projesinin ve yapımının bütün sorumluluğunu taşıyan Çavuş Barnes uç gönüllü istedi. Orada bulunanların hepsi ellerini kaldırdılar.

„Kusura bakmayın, yalnız üç tane cankurtaran yeleğimiz var. Boris, Jimmy, Pieter sizin biraz denizciliğiniz var, gelin şunu çalıştıralım.” Kimse bir hanım çavuşun bu operasyonu yönetmesinin garip olduğunu aklına bile getirmiyordu. Çavuş Ruby Barnes gemide deniz kaptanlığı sertifikası olan tek insandı, bu da meseleyi hallediyordu. O, Pasifıkte yarışan yelkenlileri idare etmişti, birkaç kilometrelik ölü ve sakin denizin onun yeteneklerine karşı koyabilmesi pek zayıf bir olasılıktı.

Çavuş Barnes, ana girişte denizi ilk gördüğü andan beri bu yolculuğu aklına koymuştu. Binlerce yıldır insanlar kendi Dünyalarının sularına meydan okumuşlar, fakat hiçbir denizci böyle bir fırsatla yüzyüze gelmemişti. Son birkaç gündür çocukluğundan hatırladığı bir tekerlemeyi şimdiki duruma uydurarak aklına takmıştı ve durmadan içinden tekrarlıyordu. „Açılıyoruz Silindirik Deniz’e…”. İşte şimdi yapmak üzere olduğu da zaten buydu.

Yolcuları kovadan bozma koltuklarına oturdular ve Ruby kontak anahtarını çevirdi, yirmi kilovatlık motor çalışmaya başladı, dişliler bulanıklaştı. hızla dönen pervanenin arkasındaki su kaynamaya başladı ve Resolution seyircilerin alkışları arasında ileri atıldı.

Ruby bu yükle saatte on beş kilometreyi bulacağını umuyordu, aslında on kilometreyi biraz aşmak ta ona yeterdi. Uçurum boyunca yarım kilometrelik bir rota sınır olarak saptanmıştı. Gidiş dönüş beş bucuk dakika sürdü. Dönüşte motorun hızı saatte on iki kilometreye çıkmıştı, Ruby bundan çok memnundu.

Motor gücü olmadan da üç enerjik kürekçi ve usta yönetimi ile Ruby, bu hızın dörtte birine erişebilirdi. Böylece, eğer motor bozulacak olursa sahile birkaç saat içinde dönebilirlerdi. Kullandıkları dayanıklı elektrik pilleri onlara bu dünyada tam bir tur atabilmek için yeterli gücü sağlayabilirdi, ayrıca, Ruby yanına iki de yedek pil almıştı… Artık sis tamamen dağılmış olduğundan onun gibi çok tedbirli bir denizci bile bu denize pusulasız açılabilirdi.

Karaya ayak bastıktan sonra usta bir selam verdi: „Resolution’un ilk yolculuğu başarıyla tamamlandı Kaptan. Artık talimatınızı bekliyorum.” „Çok güzel… amiral. Ne zaman yola çıkabiliriz?” „Gereçler yüklenip liman şefi izin verdikten sonra.” „Öyle ise şafakta yola çıkıyoruz.” „Peki efendim.” Harita üzerinde beş kilometrelik bir su parçası fazla bir yol değilmiş gibi gözüküyordu, fakat o su parçasının tam ortasında olan biri için durum çok farklıydı. On dakikadan beri yol alıyorlardı, kuzey kıtasının elli metrelik uçurumu şaşılacak kadar gerilerde kalmıştı. Buna karşılık New-York, olması gerekenden de büyük ve yakın gözüküyordu.

Onlar, zamanın büyük kısmını karayı seyrederek değil denizin harikulade görüntüsüyle ilgilenerek geçirmişlerdi. Yolculuğun başlarındaki sinirli şakalar sona ermişti, yeni bir deney geçiriyorlardı ve içinde bulundukları durum çok heyecan vericiydi.

Ne zaman Norton kendine artık Rama’ya alıştığını söylese, o karşısına yeni bir sürpriz çıkartıyordu. Resolu-

tion homurdanarak düzgün bir yolla ilerlerken kendilerini dev bir dalganın yakalamış olduğu hissine kapılıyorlardı — öyle bir dalga ki her iki taraflarında dikey bir duruma gelinceye kadar yükseliyor ve iki ucu on altı kilometre yukarıda sıvı bir kemer oluşturarak, üzerlerinde sallanır şekilde birleşiyordu. Gerçek ve mantık onlara ne derse desin, yolculardan hiçbiri bu milyonlarca ton suyun her an göklerden üzerlerine çökebileceği korkusundan uzun süre kurtulamadı.

Buna karşı genellikle neşeli bir hava içindeydiler. Ortada gerçek bir tehlike yokken tehlike hissine kapılıyorlardı, bu arada denizin de her an yeni sürprizler yaratması olasılığını akıllarından çıkarmıyorlardı.

Bu çok mümkündü, Mercer’in hesaplarına göre su artık canlıydı. Bir çay kaşığı dolusu suda Dünya sularındaki planktonların en eski örneklerine benzeyen binlerce silindirik tek hücreli mikroorganizma kaynaşıyordu.

Bu organizmalar da şaşırtıcı farklılıklar gösteriyorlardı. Yeryüzündeki en ilkel hayat çeşitlerine bile yaşamlarını sürdürmek için gerekli olan şeylere hiçbir gereksinim duymamaları yanında bir çekirdekleri bile yoktu.

Artık gemi doktorluğu yanında onlara bir bilim adamı ve araştırmacı olarak yardımda bulunan Laura Ernst her ne kadar bu mikroorganizmaların oksijen artışında rol oynadıklarını kanıtlamışsa da, bu işte başka bir faktörün de etkin olduğu hususunda kuşkular vardı. Bu denli yüksek oksijen artışına yol açabilmek için sayılarının milyarları aşması lazımdı.

Fakat bu mikroorganizmaların sayıları süratle azalıyordu. Rama şafağının ilk saatlerinde çok fazla sayıda oldukları açıktı. Sanki o gün Rama’da Dünya’dan trilyon kere hızlı bir zaman ölçüsünü kapsayan bir hayat patlaması olmuştu. Şimdi ise, belki de artık kendilerini tüketmiş olan mikroorganizmalar denizin akıntılarıyla sürüklenerek parçalanmakta ve kimyasal birikimlerini tekrar kullanılmak üzere denize boşaltmaktaydılar. Dr. Ernst gemicileri uyarmıştı:

„Eğer bu suyun içinde yüzmeniz gerekirse ağzmızr sımsıkı kapalı tutun. Hemen tükürebilirseniz birkaç damlanın zararı olmaz, fakat bu garip, organik ve madensel tuzların birleşerek oluşturdukları zehirli çorbayı yutarsanız… sizlere bir de panzehir hazırlamak zorunda kalmak istemem.” Neyse ki bu tehlike oldukça uzak görünüyordu. Üzerinde yüzdüğü tankların bir kaçı delinse bile, Resolution batmadan su üstünde kalabilirdi. Bunu duyduğu zaman Joe Calvert karamsar şekilde homurdanmıştı: „Titanik’i hatırlayın.” Resolution batsa bile, kaba fakat yararlı cankurtaran yelekleri onların başlarını su üstünde tutmaya yeterliydi. Laura bu konuda peşin hükümlü olmayı pek istemiyordu ama, denizde bu ceketlerle yüzmenin ne derece yararlı olacağı konusunda kuşkulan vardı, denenmesini de pek tavsiye etmezdi.

Yirmi dakikalık devamlı bir ilerlemeden sonra New-York çok uzaklardan seyrettikleri bir ada olmaktan çıkarak gerçek bir yere benzemeye başlamıştı. Teleskoplardan ve büyütülmüş fotoğraflardan tanıdıkları ayrıntılar artık masif, katı cisimler olarak karşılarına serilmişti. Bu şehrin de, Rama’nın birçok yeri gibi, üçlü olarak inşa edilmiş olduğunu görmek onları pek şaşırtmamıştı. New — York uzun ve oval temel üzerinde yükselen birbirinin aynı üç dairesel kompleks veya süper yapı kümesinden ojuş-muştu. Ana girişten almış oldukları fotoğraflarda her kümenin kendisinin de tıpkı bir pastanın derecelik üç eşit parçaya ayrılışı gibi, üç parçaya ayrıldığı görülüyordu. Bu, keşif çalışmalarını oldukça kolaylaştıracaktı. Çünkü dokuzda birini incelemekle New-York’un tümünü gezmiş olacaklardı. Bu bile en az bir kilometre karelik alan ve bazıları yüzlerce metre yüksekliğinde bina ve makinelerin incelenmesini gerektireceğinden, oldukça büyük bir girişim olacaktı.

Görünüşe göre Rama’lılar bu üçlü tekrarlamayı yüksek derecede bir sanat olarak geliştirmişlerdi. Bu Özellikleri; giriş deliklerinde, merdivenlerde, yapay güneşlerde çok iyi sergilenmişti. Ayrıca gereken yerlerde daha da ileri gittikleri görülüyordu. New-York üçlünün üçlüsü tekrarın bir örneğiydi.

Ruby, Resolution’u adayı çevreleyen duvar veya setin üstüne, denizden yükselen bir merdivenin görüldüğü ana komplekse doğru götürüyordu. Hatta orada deniz kıyısında gemilerin bağlanabileceği palamar babasına benzeyen bir şey bile vardı. Bunu gördüğü zaman Ruby çok heyecanlandı. Artık bu olağan üstü denizlerinde Romalıların kullandıkları gemilerden birini bulmadıkça rahat etmeyecekti.

Sahile ilk Norton çıktı ve arkadaşlarına dönerek: „Ben duvarın üstüne çıkıncaya kadar burada bekleyin” dedi. „Elimle işaret verdiğim zaman Pieter ve Boris yanıma gelecekler. Ruby, sen gemide kalacaksın, her an buradan ayrılmamız için gemiyi hazır bulunduracaksın. Bana bir şey olursa Karl’a bildirin ve onun talimatını bekleyin. Kararlarınızda dikkatli olun. sakın kahramanlığa kalkışmayın. Anlaşıldı mı?” „Evet kaptan, iyi şanslar!.” Kumandan Norton şansa pek inanmazdı. Bir işle ilgili bütün faktörleri incelemeden ve kurtuluş yollarını önceden garantiye almak için bütün araştırmaları yapmadan hiçbir riske girmezdi. Fakat Rama bir kez daha onu sevgili kurallarının bazılarına uymamaya zorluyordu. Burada her faktör bir bilinmezlikti — tıpkı üç yüz elli yıl önce Pasifik’in ve Büyük Engel Kayalıklarının, kahramanına bilinmez olduğu gibi… evet… inanmadığı şansa burada çok ihtiyacı vardı.

Çıktığı merdivenler, denizin karşı yanında aşağı indikleri merdivenlerin benzeriydi. Karşı kıyıdaki arkadaşlarının şimdi kendisini teleskoplarında düz bir açıdan izlediklerini biliyordu. ‘Düz’ sözcüğü burada doğru anlamda kullanılmış oluyordu. Rama’nın eksenine paralel biçimde — yalnız bu biçimde — bakıldığı zaman deniz gerçekten düzdü. Bu da Rama’ya has garipliklerden biriydi ve evrende bu özelliği taşıyan tek su kütlesi belki de buydu. Çünkü bütün dünyalarda her deniz veya göl bütün yönlere eşit eğimi olan bir kürenin üzerindeydi.

Sözlerinin kaydedilmesi ve kendisini beş kilometre geriden dikkatle izleyen arkadaşlarına bilgi vermek için; „Tepeye yaklaşıyorum” dedi. „Hâlâ tam bir sessizlik var. Radyasyon normal, bu duvarın herhangi bir şeye siper olması olasılığına karşı ölçü aletini başımın üstüne kaldırıyorum. Eğer diğer tarafta düşmanlar varsa önce ona ateş etsinler.” Şaka yapıyordu. Fakat aslında basit önlemlerle tehlikeleri önlemek mümkün ise riske girmek saçma olurdu.

Son adımını atınca üstüne çıktığı duvarın on metre kalınlığında olduğunu gördü, iç tarafta değişik düzenlerde rampalar ve merdivenler yirmi metre aşağıdaki şehrin ana düzeyine kadar iniyordu. Şu anda New-York’u tümüyle çevreleyen büyük bir duvarın üzerinde duruyor ve görüntüsünü sanki bir tribünün tepesinden seyrediyordu.

Karmaşıklığı nedeniyle insanı çok şaşırtan bir görüntüydü bu. İlk işi kamerası ile şehrin yavaş bir panaro-mik görüntüsünü almak oldu. Sonra arkadaşlarına el sal-lıyarak radyodan seslendi.

„Hiçbir hareket belirtisi yok, herşey sessiz. Haydi yukarı gelin, araştırmaya başlıyoruz.”