126008.fb2
Norton on dakika içinde burasının bir şehir değil, ma-fcine olduğuna karar verdi ve adayı tümüyle dolaştıktan sonra bu fikri değiştirecek hiçbir şeye rastlamadı. İçinde yaşayanlar ne tür bir yaratık olursa olsun bir şehirde yerleşme yerlerine benzer şeyler olması gerekirdi. Yer altında olmaları olasılığı hariç, bu şehirde böyle bir şey yoktu. Yerleşme merkezleri yer altında ise giriş kapıları, merdivenler veya asansörler neredeydi? Hiç olmazsa bir kapı olarak niteleyebileceği tek bir yer bile bulamamıştı.
Bu yerin Dünya’da gördüğü tek benzeri; dev bir pet-rokimya fabrikasıydı. Fakat burada hammadde yığınları ve bunları çevreye taşımak için gerekli nakliye sistemine benzer şeyler de yoktu. Ayrıca burada bir üretim yapılıyorsa bunların çıkış yeri neresiydi? Üretilen şey ne olabilirdi? Bunların hepsi çok şaşırtıcıydı, aynı zamanda çok sinir bozucuydu.
Sonunda dayanamadı ve kendisini dinleyenlere seslendi: „Bir tahmin yürütmek isteyen var mı? Eğer bu bir fabrika ise ne üretiyor? Hammaddelerini nereden alıyor?” Karşı kıyıdan Kari Mercer:
„Bir fikrim var kaptan” dedi. „Denizden yararlandığını düşünsek. Doktora göre bu suda düşünebileceğimiz hemen hemen her madde bulunuyor.” Bu düşünce akla yatkındı ve Norton da zaten böyle düşünmüştü. Binaların içine denize uzanan borular yerleştirilmiş olabilirdi, bir bakıma da böyle bir kimyasal fabrikanın zaten bol miktarda suya ihtiyacı olmalıydı. Fakat Norton akla yatkın cevaplara her zaman kuşku duymuştu, sonunda o kadar sık yanlış çıktığını görmüştü ki… „Bu iyi bir fikir Kari; Fakat New-York bu deniz suyuyla ne yapıyor?” Bir süre gemiden, ana girişten, ve kuzey düzlüğünden kimse cevap vermedi. Sonra hiç beklenmeyen bir ses konuştu: „Bu çok kolay kaptan, fakat hepiniz bana güleceksiniz.” „Hayır gülmeyeceğiz Ravi. Anlat!” Başkamarot ve maymunların bakıcısı olan çavuş Ravi McAndrews teknik bir konuyla ilgili bir görüşmede gemide fikir yürütebilecek en son insandı. Zekâsı normal, bilimsel yeterliliği en alt düzeyde idi. Fakat her zaman neşeli, acıksözlü ve herkesin sevgi duyduğu bir insandı.
„Evet, bunun bir fabrika olduğu belli kaptan ve belki de deniz onun hammaddesini sağlıyor — bu başka yollardan da olsa aynen Dünya’da da olmaktadır — ben New-York’un Romalıları yapan bir makine olduğuna inanıyorum.” Birisi, bir yerde hafifçe güldü, fakat çabuk kendini toparlayarak kimliğini belli etmedi. Kumandan kısa bir sessizlikten sonra: „Biliyor musun Ravi” dedi. „Bu düşüncen doğru olabilecek kadar çılgınca. Fakat burada iken bunun doğruluğunu görmeyi pek istemem… hiç olmazsa ana kıtaya geri dönünceye kadar.” Bu göksel New-York yaklaşık Manhattan Adası kadar büyüktü, fakat geometrisi ondan çok farklıydı. Birkaç düz yol dışında, kısa ve merkezleri bir olan kemerler ve onları birleştiren radyal oluklar labirentlerinden oluşmuştu. Şükür ki insanın Rama’nın içinde yolunu kaybetmesine imkân yoktu, gökyüzüne bir bakış bu dünyanın kuzey — güney eksenini hemen bulmaya yeterliydi.
Her köşede panoramik görüntüler çekmek için durdular. Bu yüzlerce resim sınıflandırıldığı zamarr, şehrin tam ölçülü bir modelini inşa edebilmek, yorucu fakat o oranda zevkli bir çalışma olacaktı. Norton ortaya çıkan bilmecenin bilim adamlarını nesiller boyu uğraştıracağını düşündü.
Buradaki sessizliğe alışmak, Rama’nın kuzey düzlü-ğündeki duruma göre daha zordu. Böyle bir şehir-makine birtakım sesler çıkarmalıydı, fakat ne en hafif bir elektrik vmıltısı, ne de en küçük bir makine homurtusu duyuluyordu. Norton birçok kez kulaklarını yere veya binaların duvarına dayayarak dikkatle dinledi, kendi kalbinin çarpmasından başka bir ses duyamadı.
Bu makineler uykudaydı; bir ‘tık’ bile çıkarmıyorlardı. Acaba tekrar canlanacaklar mıydı? Ne amaçla canlanacaklardı? Her şey o kadar kusursuz bir durumdaydı ki, sabırlı ve gizli bir kompüterin bir tek devreyi kapatmasıyla bütün bu karmaşanın canlanacağına inanmak zor değildi.
Sonunda şehrin arka tarafına ulaştıkları zaman, onu çevreleyen duvarın üstüne tırmandılar ve denizin güney bölümünü incelemeye başladılar. Norton uzun süre onları Rama’nın diğer yarısından — teleskop incelemelerinin onlar üzerinde bıraktığı izlenime göre en kompleks ve değişik yarısından — ayıran beş yüz metre uzunluğundaki uçurumu inceledi. Baktığı acıdan duvar, uğursuz ve engelleyici bir siyahlık olarak görünüyordu. Sanki bir kıtayı çeviren bir cezaevi duvarıydı. Bütün çevresi boyunca tırmanabilecekleri bir merdiven veya başka bir yol yoktu.
Norton, Romalıların New-York’ton güney kıtasına nasıl ulaşabildiklerini düşündü. Belki de denizin altından giden bir tür yeraltı taşıma sistemi vardı, fakat bunun yanında uçakları da olmalıydı. New-York’ta iniş alanı olarak kullanılabilecek bir sürü açık bölge vardı. Bir Rama taşıt aracı bulabilmek en büyük başarılarından biri olacaktı bir de onu işletmeyi başarabilirlerse… ve eğer taşıttaki enerji kaynağı da birkaç yüz bin yıl sonra hâlâ çalışıyorsa…
Çevrelerinde hangar veya garaj olarak kabul edebilecekleri çeşitli yapılar görülüyordu, fakat hepsi sanki kaplanıp mühürlenmiş gibi kapısız, penceresiz ve dümdüzdü. Norton üzüntüyle sonunda patlayıcılar veya laser ışınları kullanmak zorunda kalacaklarını düşündü. Bu kararından zorunlu kalmadıkça son dakikaya kadar kaçınmak niyetindeydi.
Kaba kuvvet kullanmamak konusunda direnmesi kısmen gurur, kısmen de korkudan ileri geliyordu. Anlamadığı bir şeyi yıkan teknolojik bir barbar gibi davranmak istemiyordu. Ne de olsa bu dünyada davetsiz konuk olarak bulunuyorlardı ve buna göre davranmaları gerekirdi.
Korkusuna gelince buna korkudan çok, bir kuruntu veya önsezi denebilirdi — Romalıların her şeyi çok iyi planlamış olduklarını görmesinden ileri geliyordu. Onların, mallarını korumak için almış oldukları önlemlerle karşılaşmayı hiç istemiyordu. Ana kıtaya dönmeye başladıkları zaman Rama ile ilgili bilgilerine bir şey ekleyememişlerdi.