126008.fb2
Jimmy Pak kendine geldiği zaman ilk hissettiği şey şiddetli bir baş ağrısı oldu. Bunu sevinçle karşıladı, çünkü ona yaşadığını kanıtlıyordu.
Sonra kımıldamaya çalıştı. Bir anda vücudunun her yerinden ağrı ve sızılar yükselince durdu. Anlayabildiği kadarıyla hiçbir yeri de kırılmamıştı.
Bunlardan sonra gözlerini açmaya cesaret etti, fakat doğruca dünyanın tavanmdaki ışık çizgisine baktığını görünce hemen kapattı. Baş ağrısı olan bir insana böyle bir görüntü iyi değildi.
Orada yatıp gücünü toplamaya çalışırken gözlerini ne zaman açmasının doğru olacağını düşünüyordu. Birdenbire çok yakınından çatırtılı bir çiğneme sesi duydu. Başını yavaşça sesin geldiği yöne çevirdi, bakmaya cesaret etti — az daha tekrar bayılıyordu.
Kendisine beş metreden daha az uzakta büyük bir yengece benzeyen bir yaratık, zavallı Yusufçuk’un enkazını yiyordu. Jimmy biraz aklını başına toplayınca, daha iştah açıcı bir yiyecek olduğunu anlayıp kıskaçlarıyla her an onu kavraması korkusu içinde, yavaşça ve sessizce yuvarlanarak canavardan uzaklaşmaya çalıştı. Aralarındaki açıklığı on metreye çıkardı ve sırtını zorla bir yere yaslayarak oturdu. O ise Jimmy’nin farkına bile varmamış gibi gözüküyordu.
Daha uzak mesafeden bu şey o kadar korkunç gözükmüyordu. Altı tane üç eklemli bacağın taşıdığı iki metre uzunluğunda, bir metre genişliğinde alçak ve yassı bir vücudu vardı. Jimmy onun Yusufçuk’u yediğini düşünmekle yanıldığını görüyordu. Onda ağıza benzer bir şey yoktu. Yaratık aslında makas biçimindeki kıskaçlarıyla uzay bisikletini ufak bölümlere ayırarak temiz bir parçalama işi yapıyordu. Küçük, insan ellerine benzeyen bir dizi manipülatör, bisikletin parçalarını hayvanın sırtında gittikçe büyüyen yığının üzerine taşıyordu.
Acaba bu bir hayvan mıydı? Jimmy ilk anda onun bir hayvan olduğunu sanmıştı, fakat şimdi daha başka düşünüyordu. Bu yaratığın oldukça yüksek bir zekâyı gösteren amaçlı davranışları vardı. Herhangi bir yaratığın — yuva yapmak için malzeme toplama güdüsü dışında — uzay bisikletinin dağılmış parçalarını içgüdüsel olarak toplaması için bir neden göremiyordu.
Jimmy, ona tümüyle önem vermez gözüken yengeçten kuşkulu gözlerini ayırmadan ayağa kalkmaya çalıştı. Birkaç titrek adım ona tekrar yürüyebileceğini gösteriyordu, fakat, şu altı ayağın yapabileceğini düşündüğü hızı da geçebileceğini pek sanmıyordu. Sonra, çalıştığına hiç kuşku duymadan radyosunu açtı. Kendisinin kurtulabildiği bir çarpmanın çok sağlam elektronik araca hiçbir şey yapamadığına emindi.
„Giriş kontrol” dedi yavaşça. „Beni duyuyor musunuz?” „Tanrıya şükür! İyi misin?” „Biraz sarsılmış durumdayım. Şuna bir bakın.” Yusufçuğun kanadının son kısmının parçalanışının kaydedilebilmesi için kamerasını tam zamanında çevirmeyi başarmıştı.
„Bu Allanın belası şey de ne? — neden senin bisikleti çiğniyor?” „Keşke bilseydim! — Yusufçuk’u bitirdi. Benim üzerimde de aynı şeyi denemesi olasılığına karşı geri çekiliyorum.”
Gözlerini yengeçten ayırmadan yavaş yavaş geri çekilmeye başladı. Yaratık şimdi gitikçe genişleyen çemberler çiziyor, görünüşe göre gözden kaçırdığı parçalar olup olmadığını araştırıyordu. Böylece Jimmy ilk kez olarak onu tümüyle incelemek fırsatını buldu.
Artık üstündeki ilk şoku atlatmış olduğundan, bunun oldukça sevimli bir yaratık olduğunu kabul etmeye başlamıştı. Düşünmeden verdiği yengeç ismi aslında oldukça yanlış bir fikir uyandırıyordu. Eğer olamayacak kadar büyük olmasa ona hamamböceği ismi daha uygun düşerdi. Üst kabuğu harikulade metalik bir parlaklıktaydı, bir bakıma Jimmy onun metal olduğuna yemin etmeye hazırdı.
Bu çok ilginç bir fikirdi. Acaba bu bir hayvan değil de robot olabilir miydi? Aklında bu düşünceyle yengece, anatomisinin bütün ayrıntılarını inceleyerek, daha dikkatli baktı. Ağız olması gereken yerde bir sürü alet görülüyordu. Bunlar Jimmy’ye bütün kabadayı delikanlıların taşımaktan hoşlandıkları ve çeşitli işlerde kullanılabilen bıçakları hatırlattı. Yaratığın ağzında kerpetenler, sondalar, eğeler hatta matkaba benzeyen bir şey de vardı. Fakat bunların hiçbirinden kesin emin olamıyordu. Aslında Dünya’da böcek dünyası bu aletlerin hepsine, hatta daha fazlasına üstünlük sağlardı. Hayvan veya robot konusunda bir karar veremedi.
Konuyu halledebilecek olan gözler durumu daha belirsiz hale soktu. Başın içine o derece derine gömülmüşlerdi ki, merceklerinin kristalden mi yoksa jelatinden mi yapılmış olduğunu söylemek mümkün değildi. Oldukça ifadesiz ve şaşılacak kadar berrak mavi renkteydiler. Birkaç kez Jimmy’ye doğru çevrildikleri halde en küçük bir ilgi belirtisi göstermemişlerdi. Jimmy belki de peşin hükümle yaratığın zekâsı üzerinde karara vardı. Robot veya hayvan… bir insanın varlığını önemsemeyen bir yaratığın zekâsı pek parlak olamazdı.
Şimdi, yengeç çemberler çizmeyi bırakmıştı. Sanki duyulmayan bir haberi dinler gibi birkaç saniye durdu. Sonra deniz yönünde garip bir yürüyüşle yola koyuldu. Saatte dört veya beş kilometre hızla tam bir düz hat çizerek yol almaya başlamıştı. Yengeç ancak birkaç yüz metre gittikten sonra Jimmy’nin hâlâ hafif şok geçiren kafası, sevgili Yusufçuğunun son zavallı parçalarının ondan uzaklaştığını farkedebildi. Hemen, kararlı ve kızgın bir takibe başladı.
Bu davranışı tümüyle mantıksız da değildi. Yengeç denize doğru yürüyordu ve eğer onu kurtarmaları mümkün olabilirse, bu ancak deniz yönünden olacaktı. Diğer taraftan, bu yaratığın ganimetini ne yapacağını merak ediyordu. Bu, onun amaçları ve zekâsı hakkında daha belirgin ipuçları verecekti.
Hâlâ hırpalanmış ve gergin durumda olduğundan, amaçlı bir yol izleyen yengeci yakalaması birkaç dakika sürdü, yetiştikten sonra da, yaratığın onun varlığına kızmadığına emin olmak için, onu aralarında saygılı bir aralık bırakarak izlemeye başladı. Birden su termosu ile acil yiyecek paketinin Yusufçuğun kalıntıları arasında olduğunu gördü ve o anda aç ve susuz olduğunu hissetti.
Orada…bütün bu yarım dünyadaki tek yiyecek ve su… insafsızca ve saatte beş kilometre hızla kendisinden uzaklaşmaktaydı. Tehlikesi ne olursa olsun, onları ele geçirmeliydi.
Sağ arkadan yanaşarak yengeç ile arasındaki açıklığı kapadı. Onunla aynı hızla yürümeye dikkat ederken hayvanın ayaklarının karmaşık ritmini her an onların nerede olduğunu bilecek kadar dikkatle inceledi. Hazır olduğu zaman hafifçe ‘Özür dilerim’ diye mırıldanarak eşyalarını kaptı. Jimmy bir gün yankesicilerin ustalıklarını deneyeceğini hiç düşünmemişti ve başarısı nedeniyle çok sevinçliydi. Bir saniyeden az bir süre içinde yaratıktan tekrar uzaklaşmış ve yengeç hızını hiç azaltmamıştı.
On — on beş metre geri kalarak dudaklarını termostan aldığı suyla ıslattı ve bir dilim et konsantresi çiğnemeye başladı. Bu küçük zafer onu çok mutlu etmişti, şimdi artık karanlık geleceğini düşünmeyi bile göze alabilirdi.
Yaşam oldukça ümit de var demekti. Fakat kendisini kurtarabilecekleri bir yol aklına gelmiyordu. Arkadaşları denizi assalar bile, kendisi yarım kilometre aşağıya, onlara nasıl ulaşabilecekti? Giriş kontrol ona ‘Nasıl olsa seni aşağı indirecek bir yol bulacağız’ diye söz vermişti ‘bu uçurum bir yerde geçit vermeden bu dünyanın çevresini tam olarak dolaşmıyor elbette’.
Az daha ‘neden olmasın?’ diye onlara cevap vermek gelmişti içinden. Sonra bunun doğru olmayacağını düşünmüştü.
Rama’nın içinde yürümenin en garip yönlerinden biri de her — zaman insanın hedefini görebilmesiydi. Burada, dünyanın eğri oluşu hiçbir şeyi gizlemiyordu. Jimmy bir süredir yengecin hedefinin ne olduğunu kestirmeye başlamıştı, iki yanından yükselip ‘üstünde birleşeyen arazide, tam tepede yarım kilometre genişliğinde bir çukur görünüyor —, du. Bu, güney kıtasında bulunan üç çukurdan biriydi. Ana! girişten bunların ne kadar derin olduklarını anlamak mümkün olamamıştı. Üçüne de ünlü Ay kraterlerinin isimleri verilmişti ve şimdi onlar Kopernik’e yaklaşıyorlardı. Etrafını saran dağlar ve ortasından yükselen sivri tepeler olmadığından bu isim ona pek uygun düşmüyordu. Rama’nın Ko-pernik’i yalnız derin bir baca veya kuyuydu.
İçine bakabilecek kadar yaklaştığı zaman Jimmy en az yarım kilometre aşağıda uğursuz, kurşuni mavi bir havuz gördü. Bu yükseklik deniz düzeyine tam uygun düşüyordu, birbirlerine bağlı olup olmadıklarını merak etti, Kuyunun aşağılarına doğru dönerek uzanan tümüyle dik duvarların içinde oyulmuş spiral bir rampa vardı. Bu, insanda tıpkı çok büyük bir topun namlusundan içeri bak tığı izlenimini uyandırıyordu. Jimmy rampayı izleyerek aşa ğı doğru gözleriyle birkaç tur atmaya çalıştıysa da bunu başaramadığını görerek şaşırdı. Fakat biraz inceleyince bu yanılgının aslında bir rampa sandığı şeyin derece ara lıklarla başlayarak aşağı inen üç rampayı birbirine karıştır masından ileri geldiğini anladı. Bunlar kusursuz bir düzeni gösteriyorlardı. Aslında Rama, herhangi bir bölümüyle de ğil tüm bir mimari yapı olarak büyük bir güç anıtını simgeli yordu.
Üç rampa da doğruca havuzun kenarına kadar iniyor ve suyun donuk yüzeyinin altında kayboluyorlardı. Jimmy su hattına yakın yerlerde bir grup siyah tünel veya mağara gördü. Bunların çok ürkütücü bir görünüşü vardı ve Jimmy içinde yaşayanlar olup olmadığını merak etti. Belki de Ra-malılar hem suda hem karada yaşayan amfibi türündendi-ler.
Yengeç, kuyunun kenarına yaklaşırken Jimmy onun rampalardan birinden ineceğini ve Yusufçuğun kalıntılarını belki de onu değerlendirecek bir varlığa götüreceğini tahmin ediyordu. Fakat bunun yerine yaratık doğruca uçurumun kenarına yürüdü, birkaç santimetrelik bir hatanın bile felaketle sonuçlanacağı belli olmasına rağmen, vücudun hemen hemen yarısını tereddüt bile etmeden boşluğa uzattı ve birden sert bir şekilde silkindi. Yusufçuğun parçaları derinliklere doğru süzülmeye başlamıştı. Onların düşüşünü seyreden Jimmy’nin gözleri yaşlarla doldu. Bu yaratığın oldukça zeki olduğuna istemeyerek karar verdi.
Çöplerini boşalttıktan sonra yengeç çevresinde bir döndü ve on metre gerisinde bulunan Jimmy’ye doğru yürümeye başladı. Jimmy ‘Acaba bana da aynı işlemi mi yapacak?’ diye düşünürken, hızla yaklaşan canavarı ana girişe gösteren kamerayı tutan elinin titremediğini ümit ediyordu.
„Ne diyorsunuz?” diye fısıldarken yararlı bir cevap alacağını pek sanmıyordu. Şu anda bir tarih yarattığını düşünmek bile onu sakinleştiremezdi. Biranda aklında böyle bir karşılaşma için düşünülen çeşitli modeller geldi. Şu ana kadar bütün o fikirler saf bir teoriydi. Kendisi ise bu fikirleri pratikte uygulayacak ilk insan olacaktı.
Giriş kontrol ona fısıltıyla cevap verdi: „Düşman olduğuna karar vermeden sakın kaçma.” ‘Kaçmak mı? Nereye?’ Jimmy kendine sordu. Yüz metrelik kısa mesafeli bir koşuda bu şeye fark yapacağına emindi, fakat uzun bir kovalamacada onun kendisini yavaş yavaş yıpratarak yakalayacağını acı bir şekilde biliyordu.
Jimmy yavaşça ellerini havaya kaldırdı. İnsanlar yıllardır bu jest üzerinde münakaşa ediyorlardı. Acaba evrende her yaratık bunu ‘Görüyorsun… silahsızım’ şeklinde yorumlayacak mıydı? Fakat kimse de daha iyisini düşünememişti.
Yengeç onun bu hareketine ne bir tepki gösterdi ne de yürüyüşünü yavaşlattı. Jimmy’ye hiç önem vermeden tam yanından geçti ve ne yaptığını bilir adımlarla güneye doğru ilerlemeye başladı. Homo Sapiens’in temsilcisi, ilk temas kurduğu yabancı bir yaratığın, onun varlığına bile aldırış etmeden Rama düzlüğünde uzaklaşmasını elleri havada seyrederken kendini son derece küçük düşmüş hissediyordu.
Jimmy hayatında hiçbir zaman bu derece aşağılanma-mıştı. Neyse ki olayların gülünç yanını görme huyu kısa sürede yardımına yetişti. Ne de olsa canlı bir çöp kamyonu tarafından önemsenmemek o kadar mühim bir olay sayılmazdı. Fakat ya bu nesne onu uzun süredir aradığı kardeşi olarak bağrına basmaya kalksa neler olurdu…
Tekrar Kopernik’in kenarına yaklaştı ve aşağıdaki durgun suları incelemeye başladı. İlk kez olarak bazıları oldukça büyük birtakım belirsiz gölgelerin su yüzeyinin altında gidip geldiklerinin farkına vardı. Birden içlerinden biri en yakın spiral rampaya ilerledi ve çok ayaklı tanka benzeyen bir şey rampadan yukarı çıkmaya başladı. Jimmy onun yaptığı hıza göre yukarıya çıkmasının en az bir saat süreceğini düşündü. Eğer bu bir tehditse, çok yavaş ilerleyen bir tehditti.
Sonra, birdenbire, su hattına yakın yerdeki mağaraya benzeyen deliklerin yakınında, çok hızlı bir hareketten oluşan bir titreşim farketti. Bir şey çok süratle rampadan çıkıyor fakat o bir türlü görüşünü onun üstünde sabitleştire-mediğinden bu şeyi belirli bir şekle sokamıyordu. Sanki insan büyüklüğünde bir hortum veya kum fırtınasını gözlemekteydi…
Gözlerini kırpıştırdı ve başını salladı, birkaç saniye gözlerini kapadı. Tekrar açtığı zaman görüntüler kaybolmuştu.
Belki de yere çarpmadan olan sarsıntı onu tahmin etti-ğindan daha çok sarsmıştı. İlk kez düş görme gibi bir şey başına geliyordu ve bundan da ana girişe hiç bahsetmeyecekti.
Az önce bu rampaları incelemek için aşağıya inmeye karar vermişti. Fakat şimdi bunun boş yere yorgunluk ve enerji kaybı olacağını düşünüyordu.
Biraz önce gördüğünü sandığı döner hayaletin bu kararın verilmesiyle hiçbir ilgisi yoktu.
Hem de hiç yoktu, çünkü Jimmy hayaletlere inanmazdı!…