126008.fb2
Az önceki uzun yürüyüş ve harcadığı çaba Jimmy’Yi susatmıştı. Fakat bu ülkede insanın içebileceği su olmadığını çok iyi biliyordu. Termosundaki su ile belki bir hafta idare edebilirdi — fakat ne amaçla? Dünya’daki en iyi beyinlerin yakında bu problem üzerinde düşünmeye başlayacaklarını ve Kumandan Norton’un çeşitli öneriler bombardımanına tutulacağını biliyordu. Fakat Jimmy, kendisini bu yarım kilometre yüksekliğindeki uçurumdan aşağı indirebilecek hiçbir yol düşünemiyordu. Elinde yeteri kadar uzun bir ip olsa bile, uçurumun yakınında onu bağlayabileceği hiçbir şey yoktu.
Her şeye rağmen mücadele etmeden yenilgiyi kabullenmek küçültücüydü ve erkekliğe yakışmazdı. Kendisine ancak deniz yönünden bir yardım gelebilirdi ve o da denize doğru ilerlerken, hiçbir şey olmamış gibi görevini yapmaya devam edebilirdi. Geçmek zorunda olduğu bu değişik bölgeyi kendisinden başka kimse inceleyemeyecek ve fotoğraflarını çekemeyecekti ve bunlar da belki ona ölümünden sonra ölümsüzlük sağlayacaktı. Fakat o, böyle boş aldatmacalar yerine sağ kalıp başka başarılar kazanmayı yeğlerdi.
Zavallı Yusufçuk’un uçuşuyla denizden yalnız üç kilometre uzaktaydı, ancak üzerindeki arazinin bazı bölümleri büyük engeller oluşturduğundan düz bir yol izlemesi im-
kansız görünüyordu. Fakat çeşitli rota seçenekleri olduğundan bu onun için problem yaratmayacaktı. Jimmy bütün bunları iki yanından yükselip on altı kilometre üstünde birleşen eğri haritada mükemmel bir şekilde görebiliyordu.
Bol zamanı vardı. Onu doğru yolundan ayırsa bile, işe en ilginç bulduğu görüntüyü incelemekle başlayacaktı. Sağa doğru yarım kilometre ötede kesme kristalden yapılmış gibi veya dev bir mücevher sergisi gibi parıldayan bir kare vardı. Belki de bu düşünceler Jimmy’nin adımlarını hızlandırmasına yol açtı. En aptal bir adamın bile herhalde birkaç bin metre kare dolusu mücevhere hafif bir ilgi göstermesi beklenirdi.
Yanına gittiği zaman bunların, kuma benzeyen bir yatak üstünde milyonlarca kuvartz kristali olduğunu görünce pek de düş kırıklığına uğramadı. Kristallere bitişik olan kare daha ilginçti; en az bir ve en çok beş metre yükseklikte içi boş metal direklerin birbirine çok yakın sıralar halinde dizilmesinden oluşmuş çok değişik bir görüntüydü bu. Buranın içinden geçmek tamamen imkânsızdı. Ancak bir tank bu borular ormanını yarıp aşabilirdi, Jimmy ilk yol kavşağına gelinceye kadar kristallerle boruların arasındaki yolda yürüdü. Şimdi sağında kalan kare, örülmüş tellerden yapılmış büyük bir halıyı andırıyordu. Halının tellerinden birini sökmeye çalıştı, fakat bir tekini bile kırmayı başaramadı.
Solundaki kare altıgen biçiminde taşlardan yapılmış bir mozayikti. Taşlar birbiriyle o kadar düz ve pürüzsüz şekilde birleştirilmişti ki, aralarında bir tek birleşme çizgisi bile görülmüyordu. Eğer taşların her biri tek tek gökkuşağının değişik renklerine boyalı olmasa; burasının tek parçadan yapılmış bir düzey olduğu sanılabilirdi. Jimmy, aynı renge boyalı bitişik iki taş bulabilmek ve bu yoldan sınırlarını saptayabilmek için dakikalarca uğraştıysa da böyle bir rastlantı göremedi.
Bütün bu görüntüleri kamerasıyla yavaş bir pan yaparak ana girişe aktardıktan sonra şaşkın bir şekilde arkadaşlarına sordu:
„Bütün bunlar için ne düşünüyorsunuz? Kendimi dev bir bilmecenin içine hapsedilmiş gibi hissediyorum. Yoksa burası bir Rama sanat galerisi mi?” „Biz de senin kadar şaşkınlık içindeyiz Jimmy, fakat bu ana kadar Romalıların sanatla uğraştıklarına dair bir ize rastlayamadık. Herhangi bir karara varmadan önce daha fazla örnek incelememiz lâzım.” Bir sonraki kavşakta bulduğu iki örneğin de pek yararı olmamıştı. Bunlardan biri tümüyle boş-dümdüz ve ölü bir grilikte, sert fakat el sürünce kaygan bir his uyandıran bir düzlüktü. Diğeri ise üzerinde milyarlarca ve milyarlarca küçük delik olan yumuşak bir sünger görünümündeydi. Burasını ayağıyla denediği zaman bütün yüzey, yeni stabilize edilmiş bataklık kumu gibi, iç bunaltıcı bir esneklikle hafifçe oynamıştı.
Bundan sonraki kavşakta tıpkı yeni sürülmüş bir tarlaya benzeyen bir kareyle karşılaştı, fakat burada saban tarafından açılan yarıklar hep aynı biçimde ve bir metre derinlikteydi. Bunların yapıldığı maddenin üstü bir eğe veya rendeyi andıran dokudaydı. Jimmy bunların üstünde çok durmadı, çünkü buna bitişik kare, şimdiye kadar rastladıkları içinde ilgisini en fazla çeken olmuştu. Hiç olmazsa sonunda anlayabildiği bir şeye rastlamıştı, fakat bu da Dünya görüşüyle oldukça tedirgin edici bir görüntüydü.
Bütün kare tel örgülerle çevrelenmişti. Bu o kadar tanıdık bir şeydi ki, Dünya’da böyle bir şeye rastlasa bir daha incelemeye gerek görmezdi. Madenden yapılmışa benzeyen beşer metre aralıklı direkler vardı ve bunların arasında çok gergin altışar tel her iki direği birbirine bağlıyordu.
Bu tel örgünün arkasında tam benzeri olan ikinci bir tel örgü ve tabii onun da arkasında bir üçüncüsü vardı. Rama tekrarlamalarının başka bir tipik örneğiydi bu. Tel örgülerin arkasına ne hapsedilmişse içerden çıkma şans” hiç yoktu. Eğer bunun içinde bazı hayvanlar tutuluyorsa, bunların içeri girip çıkacağı bir yer veya kapı görülmüyor-
du. Bunların yerine karenin tam ortacında Kopernik’in küçük bir taklidi olan tek bir delik vardı.
Başka şartlar altında Jimmy belki tereddüt ederdi, fakat şimdi kaybedecek bir şeyi yoktu. Tırmanarak hızla üç engeli de aştı ve deliğe yaklaşarak içine baktı.
Kopernik’in zıttına bu kuyu yalnız elli metre derinlikteydi. Aşağıda her biri bir fili içine alabilecek kadar büyük üç tünel çıkışı vardı ve hepsi de bu kadardı.
Görüntüyü bir süre inceledikten sonra Jimmy, aşağıdaki düzlükten yukarıya ancak bir asansörle çıkılabileceğini, en mantıklı çözüm olarak kabul etti. Fakat çıkarılan şeyin ne olduğunun hiç mi hiç merak etmiyordu. Yalnız oldukça büyük ve belki de oldukça tehlikeli olabileceğini tahmin ediyordu.
Bunu izleyen birkaç saat süresince deniz kıyısında on kilometreden fazla yürüdü. Artık dama tahtası kareleri zihninde birbirine karışmaya başlamıştı. Sanki dev kuş kafeslerine benzeyen, ağ şeklinde telden örülü, tümüyle kapalı yapılar görmüş, başka yerde donmuş sıvıdan yapılmış havuzlara benzeyen ve üzerinde girdap izi gibi şekiller olan havuzlarla karşılaşmıştı. Ancak bu havuzları ihtiyatla kontrol edince katı olduklarını anlamıştı. İçlerinde o derece koyu siyah renkte olan bir tanesi vardı ki, ne olduğunu iyice görmek bile mümkün olamamıştı. Jimmy ancak dokunma duyusu ile orada bir şey olduğunu anlayabilmişti.
Bu arada artık çok ustaca hazırlanmış ve değişik bir düzen gösteren bir bölgeye geldiğini farketmeye başladı. Güneye doğru, birbirini izler biçimde — daha başka bir kelime bulamıyordu — birtakım tarlalar dizisi uzanıyordu. Sanki Dünya’da bir deneme çiftliğini geziyor gibiydi. Her kare Rama’nın metalik manzarasında ilk kez rastladığı şekilde çok muntazam tesfiye edilmiş toprak parçalarını andırıyordu.
Büyük tarlalar bakir, cansız ve hiçbir zaman ekilmemiş olan ekinlerini bekliyor gibiydiler. Jimmy bunların yapılma amacının ne olduğunu merak etti. Romalılar gibi ileri düzeyde bir uygarlığın tarımla uğraşması inanılır şey değildi, çünkü Dünya’da bile artık çiftçilik bir tür eğlence için yapılan bir uğraş ve lüks yiyecekler kaynağıydı. Fakat gene de bu gördüklerinin kusursuz düzenlenmiş tarlalar oduğu-na yemin edebilirdi. Dünya’daki tarlalar elbette buradakiler kadar kusursuz düzenlenmiş olamazdı. Burada her kare şeffaf ve sert bir plastik tabakayla, bir sera gibi, kaplanmıştı. Bir örnek almak için ufak bir parça kesmek istedi, fakat bıçağı plastiğin üzerinde ufak bir çizik bile oluş-turamadı.
Daha içerlerde başka tarlalar da vardı, birçoğunun içinde belki de tırmanıcı bitkilere destek görevi yapan, çubuklar ve tellerden oluşmuş karmaşık yapılar bulunuyordu. Hepsi sanki derin kış günlerindeki yapraksız ağaçlar gibi çıplak ve terkedilmiş haldeydiler. Bunların gördüğü kışın çok uzun ve müthiş olduğu kuşkusuzdu ve bu birkaç haftalık ışık ve sıcaklık, o kış tekrar geri gelmeden önce kısa bir yaz mevsimi gibiydi.
Jimmy birden onu durdurup güneyin metal labiretle-rini daha dikkatli incelemeye yönelten şeyin ne olduğunu bilmiyordu. Belki de bilinçaltından çevresindeki her ayrıntıyı dikkatle inceleyen zihni, bu tamamen fantastik ve yabancı manzarada çok daha farklı bir görüntü saptamış olmalıydı.
Yaklaşık çeyrek kilometre ötede, bir çubuklar ve teller kafesinin ortasında, bir tek renk beneği parıldıyordu. O kadar küçük ve o derece zor farkedilir bir pırıltıydı ki, sanki görme yeteneğinin sınırlarmdaydı. Dünya’da bu tanıdık görüntüye kimse ikinci kez kafasını bile çevirip bakmazdı. FakaUcuşkusuz şu anda onu fark edişinin en büyük nedeni de belki de ona Dünya’yı hatırlatmasıydı…
Giriş kontrola, görüşünde bir hata olmadığına ve bunun içindeki bir arzunun yanılgısı olmadığına emin olmadan hiçbir şey söylemeyecekti. Birkaç metreye yaklaşın-caya kadar, onun bildiği biçimde bir hayatın Rama’nın steril ve mikropsuz dünyasında yeşerebileceğinden tam anlamıyla nasıl emin olabilirdi? Fakat, işte…güney kıtasının bir köşesinde, yalnız bir görkem içinde Rama’da bir çiçek açmıştı.
Jimmy yaklaştıkça görüntüde bir şeyin kendisine ters geldiğini hissediyordu. Araziyi, belki de istenmeyen hayat çeşitlerinin toprak katmanını kirletmesini önlemek için, kaplayan örtüde bir delik vardı ve bu delikten bir insanın küçük parmağı kalınlığında yeşil bir sap uzanmış ve yanındaki kafese sarılarak yukarılara yükselmişti. Yerden bir metre yukarda Jimmy’in tanıdığı bütün bitkilerden farklı biçimde, daha çok tüye benzeyen mavimtırak yapraklar görülüyordu. Sap, göz hizasında tek bir çiçekle sona eriyordu. Jimmy bunu ilk bakışta tek bir çiçek sandıysa da, aslında bunun sıkıca birbirine yanaşmış üç ayrı çiçek olduğunu görünce hiç şaşırmadı.
Çiçeğin taçyaprakları yaklaşık beş santimetre uzunluğunda, parlak renkli borulardan oluşmuştu. Her çiçekte en az elli taçyaprak vardı ve o derece canlı metalik maviler, menekşeler ve yeşiller içinde parıldıyordu ki, bitkiler krallığındaki herhangi bir şeyden çok, bir kelebeği andırıyorlardı. Jimmy’nin botanik hakkında hemen hemen hiç fikri yoktu, fakat gene de bu çiçekte Dünya’aakilere benzer taçyaprakları ve üreme organlarına benzer şeyler göremeyince çok şaşırdı. Dünya’daki çiçeklere olan bu benzerliğin bir rastlantı olup olamayacağını düşündü. Belki de bu, daha çok mercan poliplerine benzer bir şeydi. Her iki durumda da bu çiçek, dölleme aracı veya yiyecek olarak, küçük ve havada uçan yaratıkların varlığını kanıtlıyordu. Aslında bunlar hiç de önemli değildi. Bilimsel ayrıntıları ne olursa olsun, Jimmy için bu bir çiçekti. Bu garip harikanın sanki Rama’ya tümüyle ters düşen varlığı, Jim-my’de onu bir daha göremeyeceği hissini uyandırıyordu; ve bu nedenle de çiçeği ele geçirmeye karar verdi.
Bu kolay olmayacaktı. Çiçek ondan on metreden biraz fazla uzakta ve ince çubuklardan yapılmış kafes şeklinde engellerle ayrılmış durumdaydı. Engeller küp şeklinde ve her iki tarafında kırkar santimlik aralıklar bırakarak çeşitli sıralar oluşturmuş durumdaydı. Jimmy eğer zayıf, sırım gibi olmasaydı hiçbir zaman uzay bisikleti kullanamazdı. Bu nedenle küplerin arasındaki kırk santim aralıktaki ince labirentten kolaylıkla kıvrılarak sürünebileceğini biliyordu. Fakat tekrar dışarı çıkmaya gelince iş değişiyordu. O daracık yerde dönmek imkânsız olacağından geri geri sürünerek çıkmak zorunda kalacaktı.
Çiçeği tanımlayıp, mümkün olan her açıdan onlara televizyonla gösterdiği zaman giriş kontrol onun bu buluşuna çok memnun olmuştu. Jimmy „Onu koparmaya gidiyorum” dediği zaman da hiç itiraz etmediler, zaten o da edeceklerini sanmıyordu, içinde bulunduğu şartlarda hayatı onun sayılırdı ve ne isterse yapabilirdi.
Bütün giysilerini çıkardı, düzgün metal çubukları kavradı ve solucan gibi kıvrılarak çerçevenin içinde ilerlemeye başladı. Bu oldukça zor bir iş olacaktı. Kendisini hücresinin parmaklıkları arasından sıyrılarak kaçmaya çalışan bir suçluya benzetti. Tümüyle labirentin içine girdikten sonra, bir problem çıkmayacağına emin olmak için geriye doğru sürünerek ilerlemeyi denedi. Bu iş ileriye gitmekten çok daha zordu, çünkü ellerini kendini çekmek için değil, geriye itmek için kullanmak zorunda kalıyordu. Durumu inceledikten sonra, kendini tuzağa düşmüş bir insan gibi hissetmesi için bir neden olmadığına ve bu işi başarabileceğine karar verdi.
Jimmy her zaman, kendi düşünce ve hislerini analiz etmekten çok, içgüdüleriyle davranan hareketli bir insandı. Çok zor şartlar altında çubuklar arasındaki dar koridorlar arasında sürünürken böyle Don Kişot’vari bir gösteriye neden kalkıştığını kendine soruyordu. Hayatı boyunca çiçeklere karşı bir ilgi duymamıştı, fakat şimdi bir tanesini ele geçirebilmek için kalan son enerjisini ortaya koyuyordu.
Bu örneğin tek ve büyük bir bilimsel değeri olduğu gerçekti. Fakat Jimmy onu hayatla ve doğduğu gezegenle tek bağı olduğu için istiyordu.
Buna rağmen çiçeği koparmak için elini uzattığı zaman ani bir vicdan azabı hissetti. Belki de bu, Rama’nın içinde yetişen tek çiçekti; bunu koparmaya hakkı var mıydı? Eğer bir özür bulması gerekliyse; bu çiçeğin Romalıların planları dışında bir kaza olduğunu, belki de milyonlarca yıl geç — veya erken büyüyen bir yanlışlık olduğunu ileri sürebilirdi. Fakat aslında bir özüre de ihtiyacı yoktu, zaten kararsızlığı bir an sürmüştü. Uzandı… sapı kavradı ve sert bir şekilde çekti.
Çiçek sapından çok kolay ayrılmıştı, Jimmy ayrıca iki de yaprak kopardı, sonra labirentte yavaş yavaş geri gitmeye başladı. Şimdi yalnız tek eli serbest olduğundan, geriye çekiliş son derece zor, hatta azap verici oluyordu. Az sonra biraz soluk alabilmek için durmak zorunda kaldı ve o anda gözü uzaklaştığı bitkiye takıldı. Tüye benzeyen yapraklar kapanmaya ve başsız kalan sap, sarıldığı kafesten çözülmeye başlamıştı. Jimmy bu görüntüyü büyük bir hayret ve dehşetle izlerken bütün bitkinin, ağır şekilde yaralanmış bir yılan gibi, yavaş yavaş çıktığı’delikten toprağın içine çekildiğini gördü.
Jimmy kendi kendine ‘fevkalâde güzel bir şeyi yaraladım, fakat sonra da Rama onu öldürdü’ diye düşündü.
Oysa Jimmy yalnız hakkı olduğuna inandığı bir şeyi almıştı.