126008.fb2
Kumandan Norton henüz Rama’da insan kaybına uğramamıştı ve şu andan sonra da böyle bir şeye niyeti yoktu. Jimmy daha güney kutbu yönünde uçuşa başlamadan, bir kaza olması halinde onu nasıl kurtaracağını düşünmeye başlamıştı. Fakat bu öyle çözümü zor bir şeyle dönüşmüştü ki, hiçbir sonuca varamamış, sadece elle tutulabilir bütün olasılıkları gözden geçirme şansını bulabilmişti.
Düşük çekim gücünde bile olsa, yarım kilometrelik dik bir uçurumu kim tırmanabilirdi? Uygun donatım ve eğitimle bu çok kolay olabilirdi. Fakat Endeavour’un deposunda dağlara tırmanılırken kullanılan çiviler ve onları çakacak olan tabancalar yoktu. Kimse bu ayna gibi düz ve sert yüzeye, yukarı tırmanabilmek için gerekli yüzlerce çiviyi çakacak başka bir yol bulamıyordu.
Bazıları gerçekten çılgınca olan bir sürü başka çözüm yolu da düşünmemiş değildi. Belki vantuzlu ayakkabılar giymiş bir maymun uçurumu çıkmayı gerçekleştirebilirdi. Bu düşünce yararlı bile olsa böyle bir donatımın yapılıp denenmesi, maymunun onu kullanabilecek şekilde eğitilmesi ne kadar süre isterdi? Diğer taraftan bir insanın aynı işi tekrarlayabilmek için gerekli gücü gösterebileceği de kuşkuluydu.
Ayrıca daha ileri bir teknoloji de kullanabilirlerdi. EVA jetleri aklını çok kurcalamıştı. Fakat bunlar sıfır G de çalışmak için hazırlanmış olduklarından itici güçleri çok azdı. Rama’nın çok düşük çekimine rağmen bir insanın ağırlığını havalandırmaları imkânsızdı.
Bir kurtarma ipi taşıyan otomatik kontrollü bir EVA jeti yapmak acaba mümkün olamaz mıydı? Bunu Çavuş My-ron’a açacak olduysa da hemen pişman oldu, çünkü Çavuş birkaç cümle ile bu fikri hemen çürütmüştü. Mühendis karmaşık bazı denge problemlerine işaret etmişti. Bunlar çözülmeyecek şeyler değildi, fakat uzun süre alabilirdi — belki de gerektiğinden fazla uzun süre.
Ya balonlar? Eğer bir zarf yapabilseler ve yeterince yoğun bir gazı ısıtarak içine doldurabilseler… bunda zayıf da olsa bir ümit vardı.
Norton’un vazgeçemediği tek yaklaşım yolu bu iken olay bir anda teori olmaktan çıkarak Birleşik Gezegenler Dünyalarında bütün haberlere hâkim oldu ve herkes tarafından bir ölüm-kalım konusu olarak kabul edilmeye başlandı.
Jimmy deniz kıyısındaki araştırmalarını sürdürürken. Güneş Sistemindeki delilerin çoğu onu kurtarmaya çalışıyorlardı. Filo Genel Karargâhında bütün fikirler değerlendiriliyor ve ancak binde biri Endeavour’a gönderiliyordu. Dr. Çarlisle Perera, Endeavour ile biri Uzay Araştırma’nın kendi haberleşme hattı, diğeri de Planetcom’un ‘Rama Önceliği’ kanalı ile iki kez temas kurmuştu. Gönderdiği haber, bilim adamının düşünce olarak beş dakikasını ve kompü-terde de bir milisaniyelik zamanını almıştı.
İlk anda. Kumandan Norton bunun çok kötü bir şaka olduğunu sandı. Sonra gönderenin imzasını ve ekte gönderilen hesapları gördü ve birden anlatılmak istenen şeyi kavradı. Mesajı Kari Mercer’e uzatırken sesine mümkün olduğu kadar tarafsız bir ton vermeye çalışıyordu: „Buna ne diyorsun?” Kari kâğıdı hızla okuduktan sonra: „Evet… kör şeytan! Haklı elbette.” „Emin misin?”
„Fırtına hakkında da haklı çıkmadı mı? Bunu düşünmemiz lazımdı. Kendimi aptal gibi görüyorum.” „Son söylediğinde yalnız değilsin. Fakat ortaya ikinci bir problem çıkıyor… Bunu Jimmy’e nasıl anlatacağız?” „Bence anlatmamalıyız… en son dakikaya kadar. Eğer onun yerinde ben olsaydım böyle yapmanızı yeğlerdim. Ona kendisini kurtarma yolunu bulduğumuzu söyleyin.” Silindirik Deniz’in bütün çevresini görebilmesine ve genel olarak da Resolution’un geleceği yönü bilmesine rağmen Jimmy küçük tekneyi ancak New York’u geçtikten çok sonra farkedebildi. Bu ufacık şeyin altı kişi ve onu kurtarmak için getirilen donatımı taşıdığına inanmak çok zordu.
Tekne sahile bir kilometre kadar yaklaştıktan sonra Kumandan Norton’u tanıdı ve el sallamaya başladı. Az sonra Kaptan da onu görüp el sallarken radyodan ona sesleniyordu: „Seni iyi durumda gördüğüme çok sevindim Jimmy. Seni burada bırakmayacağımıza söz vermiştim. Şimdi bana inandın mı?” ‘Pek değil* diye düşündü Jimmy, Şu ana kadar bütün o konuşmaların onun moralini yüksek tutmak için kullanılan bir taktik olduğunu düşünmüştü. Fakat kumandan da herhalde denizi sadece ona veda etmek için aşmamıştı. Bir şeyler üzerinde uğraşmış olmalıydılar. Onlara neşeyle cevap verdi: „Aşağıda, güvertede olduğum zaman size daha çok inanacağım Kaptan. Şimdi bana bu işi nasıl yapacağımı söyler misiniz?” Artık Resolution yavaşlıyordu. Uçurumun dibinden yüz metre açıktaydı şimdi ve Jimmy’nin gördüğü kadarıyla da hiçbir olağan dışı donatım taşımıyordu. Zaten o da ne görmeyi umduğunu pek bilmiyordu.
„Üzgünüm Jimmy… fakat senin çok fazla kuruntuya kapılmanı istemedik.” Al bakalım… bu pek tekin bir konuşma değildi… tanrı aşkına kaptan ne demek istiyordu?
Resolution onun beş yüz metre altında ve elli metre açığında durdu. Kumandan onunla tekrar konuşurken Jimmy onları kuşbakışı görüyordu.
„İşte böyle Jimmy. Sonuçta sana bir şey olmayacak, fakat başarabilmek için çok soğukkanlı olmak gerekir. Sende de bunun fazlasıyla var olduğunu biliyoruz. Aşağı atlayacaksın Jimmy.” „Beş yüz metre!” „Evet, fakat sadece yarım çekim gücünde.” „Demek öyle?.. Siz yeryüzünde hiç iki yüz elli metre düştünüz mü?” „Çeneni kapa yoksa ilk iznini iptal ederim. Bu fikri sen de düşünebilirdin, en yüksek hız konusu… Bu atmosferde iki yüz veya iki bin metre de düşsen, saatte doksan kilometreden fazla hıza ulaşamazsın. Evet… doksan kilometre pek rahat bir hız değil, fakat bunu da biraz makaslayabiliriz, senin yapmak zorunda olduğun da bu. Şimdi beni dikkatli dinle…” „Olur,” dedi Jimmy. „Belki başarırım.” Bir daha Kumandanının sözünü kesmedi ve Norton bitirdikten sonra da bir yorumda bulunmadı. Evet… bu fikir mantıklıydı ve o derece olmayacak şekilde basitti ki, ancak bir dahi bunu düşünebilirdi. Ve tabii… bu işi kendi yapmak zorunda olmayan bir dahi…
Jimmy, kendisine yapacağı bu gösteride biraz psikolojik destek sağlayacak kadar, yüksekten dalış yapmayı veya paraşütle atlamayı hiç denememişti. Bir insana uçurum üstüne konmuş bir tahtada yürümenin çok kolay olduğu söylense ve tahtanın kusursuz bir sağlamlık ve denge ile yerleştirilmiş olduğu kanıtlansa bile o insan bu işi yapmaktan hâlâ çekinebilirdi. Kendi durumu da buna benziyordu. Jimmy şimdi Kumandanının onun kurtarılma işlemi hakkında o ana kadar neden kaçamak konuştuğunu anlıyordu. Norton Jimmy’ye bu işi kafasında kurma ve itiraz etme zamanı bırakmamıştı.
Norton yarım kilometre aşağıdan ona inandırıcı bir sesle:
„Seni aceleye zorlamak istemiyorum,” diyordu. „Fakat ne kadar çabuk davramrsan o kadar iyi olur.” Jimmy elindeki değerli hatıraya, Rama’da yetişen tek çiçeğe baktı. Mendilini çıkararak onu dikkatle sardı, kumaşı hafifçe düğümledi ve uçurumun kenarından aşağı bıraktı.
Mendil ona güven veren bir yavaşlıkla aşağı süzülmeye başladı… küçüldü… küçüldü… küçüldü ve gözden kayboldu. Fakat Jimmy aşağıdakilerin onu gördüğünü biliyordu, çünkü Resolution hızla o yana gitmeye başlamıştı. Kumandan büyük bir heyecanla: „Fevkalâde,” dedi. „Buna senin ismini vereceklerine eminim. Pekâlâ… seni bekliyoruz.” Jimmy bu tropik iklimde herkesin giydiği tek üst giysisi olan gömleğini çıkardı ve onu düşünceli şekilde eline gerdi. Güney kıtasındaki yolculuğu sırasında kaç kez az daha onu atmayı düşünmüştü. Şimdi ise bu gömlek hayatını kurtarmaya yarayacaktı.
Son kez tek başına dolaştığı bu eğri dünyaya, büyük ve küçük boynuzların uzak, sevimsiz iğnelerine baktı… sonra gömleği sağ eliyle sımsıkı kavrayarak uçurumun kenarına hızla koştu ve kendini mümkün olduğu kadar uzağa fırlattı.
Artık acele etmesine gerek kalmamıştı. Bu deneme yirmi saniye sürecekti, gerekli önlemleri aldıktan sonra bu inişin tadını çıkarabilirdi! Çevresindeki rüzgâr gittikçe sertleşiyor ve Resolution ayaklarının dibinden hızla ona yükseliyordu. Hiç vakit kaybetmeden iki eliyle kavradığı gömleğini başının üstüne kaldırarak gerdi, hücum eden hava, kumaşın içine dolarak gömleği biraz şişirdi.
Bir paraşüt olarak bunun pek başarılı olduğu söylenemezdi. Düşme hızında yarattığı birkaç kilometrelik bir azalma, yararlı fakat o kadar önemli değildi. Aslında gömlek çok daha önemli bir görev yapıyor, onun vücudunun dik durmasını sağlıyordu. Böylece denize bir ok gibi dimdik inebilecekti.
Jimmy, kendisinin hiç hareket etmediği, fakat altında ki denizin onun üstüne geldiği hissine kapılmıştı. Korkma-dığına kendini o kadar inandırmıştı ki, içinden Kaptan’a, kendisini karanlıkta bırakıp daha önce bu planı açıklamadığı için biraz öfke bile duyuyordu. Demek Kaptan, onun bu konuyu kafasında kurduğu takdirde atlamaktan korkacağına gerçekten inanmıştı…
Son anda gömleği bıraktı, derin bir nefes aldı, ağzını ve burnunu elleriyle kapadı ve kendisine verilen talimata uyarak vücudunu dik ve gergin duruma getirirken ayaklarını birbirine yapıştırdı. Suya bir mızrak gibi tertemiz dalacaktı…
Kumandan ona garanti vermişti: „Sanki Dünya’daki gibi bir tramplenden suya dalmaktan hiç farkı olmayacak… eğer suya iyi bir giriş yaparsan.” O sormuştu: „Ya yapamazsam?” „O zaman tekrar yukarı çıkıp bir daha denersin.” Bir şey ayaklarının altına çarptı. Sert fakat şiddetli değil… milyonlarca yapışkan el vücudunu tırmalıyor, artan basınç, kulaklarında şiddetli uğultular yapıyordu. Gözleri sımsıkı kapalı olmasına rağmen çevresindeki karanlığın gittikçe arttığını ve Silindirik Deniz’in karanlıklarına sürüklendiğini hissediyordu.
Bütün gücüyle yukarıya, gittikçe zayıflayan ışığa doğru yüzmeye başladı. Gözlerini hafifçe aralamaktan başka bir görüş yolu yoktu. Bunu yaptığı zaman da zehirli su bir asit gibi gözlerini acıttı. Kendisine asırlar kadar uzun gelen bir süre suyla boğuştuktan sonra kaç kez yönünü kaybedip derinlere dalmakta olduğunu sanarak gözlerini tekrar aralamaya cesaret ettiğini hatırlamıyordu. Fakat bu çabuk göz atmaların her keresinde ışığın biraz daha güçlendiğini görmüştü.
Sudan dışarı fırladığı zaman gözleri hâlâ sımsıkı kapalıydı. Derin bir nefes alarak patlamak üzere olan ciğerlerini havayla doldurdu ve sırtüstü yatarak etrafa bakındı.
Resolution tam yolla ona doğru geliyordu, birkaç saniye sonra güçlü kollar onu kavrayarak güverteye çektiler.
Kumandanın ilk sorusu kaygı doluydu: „Su yuttun mu?” „Sanmıyorum.” „Yuttunsa da hemen çıkarmaya bak. Bu iyi. Kendini nasıl hissediyorsun?” „Pek emin değilim. Birkaç dakikaya kadar söyleyebilirim. Oh… hepinize teşekkür ederim.” Birkaç dakika geçmeden Jimmy nasıl olduğunu anlamaya başlamıştı bile. Perişan bir şekilde fısıldadı: „Ben… galiba hastalanıyorum.” Kurtarıcıları onu üzüntüyle süzerken, Jimmy’nin bu davranışını ustalığına bir hakaret sayan Çavuş Barnes itiraz etti: „Bu sakin, dümdüz denizde mi?” Kumandan Norton eliyle gökyüzünü çevreleyen su şeridini işaret ederken: „Buna pek de düz denmez,” dedi. „Fakat merak etme Jimmy, şu zımbırtıdan biraz yutmuş olabilirsin. En kısa sürede içindekileri boşaltmaya çalış.” Jimmy kendini pek kahramanca olmayan bir şekilde ve başarısızca zorlarken arkalarında, gökyüzünde büyük bir ışık parıltısı oldu. Bütün gözler birden güney kutbuna çevrilmiş ve Jimmy de o anda hastalığını unutmuştu. Boynuzlar tekrar hava fişeği gösterilerine başlamışlardı.
Ana boynuzla küçük arkadaşları arasında bir kilometreye yakın uzunlukta alev sütunları dansetmeye başlamıştı. Tıpkı elektrikten yapılmış bir atlıkarıncanın çevresine ateşten kurdelelerle bağlı görünmeyen dansözler gibi, bir kez daha o heybetli dönüşlerine başladılar. Fakat şimdi gittikçe hızlanıyorlardı. Hızlandılar… hızlandılar… sonunda ateşten, titreyen bir koni halinde parıldamaya başladılar.
Bu, şimdiye kadar Rama’da gördükleri her şeyden daha nefes kesici bir görüntüydü. Buna ek olarak, az sonra derinden ve olağanüstü bir gücü simgeleyen çatırtılı bir gürültü duyuldu. Gösteri beş dakika kadar sürdü. Sonra… sanki biri bir düğmeyi çevirmişcesine birden kesiliverdi.
Norton yüksek sesle söylendi: „Rama Komitesi buna ne diyecek çok merak ediyorum.” Sonra çevresindekilere sordu. „Bu konuda bir fikir yürütmek isteyen var mı?” Kimse cevap verecek zaman bulamadı, çünkü o anda ana giriş telaşla onları aradı: „Resolution… hissettiniz mi? Size bir şey olmadı ya!” „Neyi hissettik mi?” „Bir deprem olduğunu sanıyoruz… şu hava fişekleri gösterisi biter bitmez.” „Bir hasar var mı?” „Sanmam. Çok şiddetli değildi… fakat bizi biraz salladı.” „Bir şey duymadık. Bu denizin ortasında zaten duyamazdık.” „Elbette… amma saçmalıyorum. Neyse şimdi her şey eskisi gibi… bir daha sefere kadar.” Norton içinden yankıladı ‘Evet, bir daha sefere kadar.’ Rama’nın sırrı gittikçe büyüyordu. Onu keşfettikçe daha anlamaz oluyorlardı. Başlığının içinden ana girişin bağırtısı bir daha çınladı: „Kaptan… bakın… gökyüzünde!” Norton gözlerini kaldırarak denizi hızla taramaya başladı. Tam doruk noktasına varıncaya kadar bir şey göremedi, dünyanın tam diğer ucunda birden takıldı: „Tanrım,” diye fısıldarken ‘Bir daha sefer’in işte orada olduğunu görüyordu.
Silindirik Deniz’in sonsuz eğrisinde büyük bir deprem dalgası hızla onlara doğru koşuyordu.