126008.fb2
Bu heyecan ve kargaşa anında bile Norton’un ilk düşüncesi gemisi olmuştu: „Endeavour” diye endişeyle seslendi. „Durum raporu.” „Her şey tamam Kaptan.” ikinci kaptanın sesi güven vericiydi. „Hafif bir sarsıntı hissettik, fakat bir hasara yol açacak kadar değil. Rama’da hafif bir yön değişikliği oldu — köprü bunun sıfır nokta iki derece olduğunu söylüyor. Eksendeki dönüş hızının da biraz değiştiğini bildiriyorlar — bunun gerçek değerini birkaç dakika sonra anlayacağız.” Norton; ‘Demek kıpırdamaya başladı’ diye düşündü ‘umduğumuzdan da önce. Halbuki yörünge değişikliği için en mantıklı yer olan Güneş’e en yakın noktadan hâlâ epeyce uzaktayız. Fakat, kuşkusuz bir tür rota düzenlemeleri yapılmaya başlandı. Başka şoklar da bekleyebiliriz. Bu arada, işte, ilk şokun etkileri oldukça belirgin şekilde yukarıda gökten üzerlerine dökülürcesine yaklaşan eğri su şeridinde görülüyordu. Dalga hâlâ onlardan on kilometre uzaktaydı ve kuzey kıyılarından güney kıyılarına kadar bütün deniz boyunca uzanıyordu. Karaya yakın yerlerde köpüklü, beyaz bir duvar gibi görünüyor, fakat daha derin sularda, zorlukla farkedilen ve her iki sahile çarparak kırılan kısımlarına oranla çok daha hızlı ilerleyen mavi bir şerit halini alıyordu. Sahilin sığ bölümlerinin çekişi, dalgayı
bükülmeye zorlayarak orta bölümün gittikçe daha fazla ilerlemesini ve her an biraz daha önde yol almasını sağlıyordu. Norton acele: „Çavuş,” dedi. „Bu senin işin, biz ne yapabiliriz?” Çavuş Barnes salı durdurarak durumu dikkatle incelemeye başlamıştı. Norton onun hiçbir korku izi olmayan, daha çok yarışmaya başlamak üzere olan usta bir atlet gibi, huzur ve heyecan okunan yüzüne baktıkça rahatlıyordu.
„Keşke iskandil aracımız olsaydı,” dedi Çavuş. „Derin sularda olsaydık korkacak bir şey kalmazdı.” „Öyleyse güvendeyiz. Çünkü hâlâ kıyıdan dört kilometre uzaktayız.” „Umarım, fakat durumu iyice incelemek istiyorum.” Barnes tekrar motoru çalıştırdı. Resolution çevresinde bir tur attıktan sonra yaklaşan dalgaya burun vererek ilerlemeye başladı. Norton hızla ilerleyen orta bölümün onlara beş dakikadan az sürede ulaşacağını sanıyordu. Aynı zamanda dalganın bu şekliyle ciddi bir tehlike yaratmayacağını da görüyordu. Çünkü üzerlerine gelen ş-ey, tekneyi biraz sallamaktan fazla bir şey yapamayacak, yalnız bir metre yüksekliğinde küçücük bir dalgaydı. Asıl yan gerilerde kalan ve sahillere çarpan köpük duvarları gerçek bir tehlikeydi.
Birden, denizin tam ortasında, dalganın bir yere çarpmasından oluşan köpükler belirdi. Dalganın, su düzeyinin hemen altında kalmış, birkaç kilometre uzunluğunda bir duvara çarptığı belliydi. Aynı anda, kırılan bu dalga önündeki derin suya koşarken köpükler içinde katlanmaya başladı.
Norton ‘Önleme duvarları diye düşündü ‘tıpkı Endea-vour’un yakıt tanklarında olduğu gibi — fakat burada binlerce kez büyük çapta. Herhangi bir dalgayı en kısa sürede söndürebilmek için bunlar herhalde denizde çok karmaşık şekilde dağılmış durumdalar. Fakat bizim için en önemli ve tehlikeli nokta; acaba bu duvarlardan birinin üstünde miyiz?’
Çavuş Barnes da onun gibi düşünüyor olmalıydı ki Re-solution’u durdurarak demir attı. Beş metre indikten sonra demir dibi bulmuştu.
„Demiri çekin” diye arkadaşlarına haykırdı. „Buradan uzaklaşmalıyız.” Norton ona gönülden katılıyordu, fakat hangi yöne? Çavuş tam yolla artık onlardan sadece beş kilometre ötede olan dalgaya doğru gidiyordu, ilk kez olarak Norton dalganın yaklaşırken çıkardığı sesi duydu — yanılgısız tanıyabileceği, fakat Rama’nın içinde işitmeyi hiç ummadığı kükremeydi bu. Sonra sesin şiddeti değişti, orta bölüm bir daha kırılıyor, yeniden köpükler oluşuyordu.
Her birinin eşit aralıklarla konmuş olduğunu kabul ederek bu su altı engelleri arasındaki uzaklığı kestirmeye çalıştı. Eğer yamlmıyorsa dalganın bir duvara daha rastlaması lazımdı. Salı iki duvar arasındaki derin bölgede tutabilecek olurlarsa tam anlamıyla güven içinde olacaklardı.
Çavuş Barnes motoru durdurarak yeniden demir attı, hiçbir yere takılmayan demir otuz metre derine gitmişti, rahat bir nefes alarak: „Artık rahatız,” dedi. „Fakat gene de motoru işler durumda tutacağım.” Şimdi onlara hızla yaklaşan ve gözle ancak farkedile-bilen küçük mavi dalga dışında denizin ortası çok sakindi, yalnız kıyılara vuran dalgaların köpükleri görünüyordu. Çavuş, Resolution’u dalganın geldiği yönde, her an tam yolla ileri fırlamaya hazır şekilde tutuyordu.
Sonra, onlardan sadece iki kilometre ötede deniz bir daha köpürmeye, beyaz yeleli bir öfke gibi önlerinde yükselmeye başladı. Gürültüsü bütün dünyayı dolduruyordu. Silindirik Deniz’in on altı kilometre yükseklikte üzerlerinde birleşen dev dalgasının üstünde küçük görünen bu dalga, dağlardan kükreyerek yuvarlanan bir çığ gibi aşağıya geliyordu ve bu küçük dalga onları öldürebilecek kadar büyüktü.
Çavuş Barnes arkadaşlarının yüzündeki ifadeyi gör-
müş olmalıydı, dalganın gürültüsünü bastıran bir sesle haykırdı: „Neden korkuyorsunuz? Ben bundan daha büyükleri ile başa çıktım.” Bu pek doğru sayılmazdı, çünkü Çavuş onlara daha önceki denemelerinde altında derme çatma bir sal değil, çok sağlam ve dalgalara dayanıklı bir tekne olduğunu söylememişti.
„Eğer denize atlamanız gerekirse ben size söyleyince-ye kadar bekleyin. Şimdi cankurtaran yeleklerinizi kontrol edin.” Norton ‘Bu kız bir harika’ diye düşünüyordu. ‘Şu durumun her anından sanki savaşmaya giden bir Viking savaşçısı gibi zevk aldığı belli. Belki de haklı — eğer yerimizi yanlış hesaplamamışsak.’ Dalga gitgide yukarılara kıvrılarak yükselmeye devam ediyordu. Rama’nın üzerlerine doğru kıvrılan eğriliği belki de onun büyüklüğünü abartmalı bir şekle sokuyordu. Fakat gene de müthiş bir görünüşü vardı — yolundaki her şeyi acımasızca yok edebilecek, karşı konulmaz bir doğa gücüydü bu.
Sonra, bu muazzam görüntü, birkaç saniye içinde tıpkı temelleri altından çekilmiş gibi katlanarak çöküverdi. Dalga, denize gömülü engeli aşıp tekrar derin suya gelmişti. Bir dakika sonra onlara ulaştığı zaman Resolution sadece birkaç kez aşağı yukarı sallandı. Çavuş Barnes bu sallantının bitmesini bile beklemeden Resolution’a çevresinde ufak bir tur attırıp son hızla kuzeye yola koyuldu.
„Sağol Ruby — Çok mükemmeldi. Fakat dalga bir tur atıp tekrar bizi yakalayıncaya kadar kıyıya varabilecek miyiz?” „Belki varamayız, çünkü dalga yirmi dakika sonra tekrar gelecek. Fakat o zamana kadar bütün gücünü kaybedeceğinden farketmeyeceğiz bile.” Artık dalga tehlikesini atlatmış olduklarından oldukça rahatlamış ve yolculuğun tadını çıkarmaya başlamışlardı — fakat hiçbiri karaya ayak basmadıkça tam anlamıyla rahatlayamayacağını biliyordu. Dalganın yarattığı karışıklık çevrelerinde ufak girdaplar oluşturmuş ve ortalığı aside benzeyen tuhaf bir koku kaplamıştı. Jimmy „Ezilmiş karıncalar gibi kokuyor” diyerek hemen adını koydu. Koku şiddetli ve tatsız olmasına rağmen hiçbirinde deniz tutmasına yol açacak bulantılara neden olmamıştı. O kadar yabancı bir kokuydu ki, insan psikolojisi buna karşılık veremiyordu.
Bir dakika sonra, artık onlardan uzaklaşarak gökyüzüne tırmanmakta olan dalga bir sonraki su engeline çarptı, bu kez arkadan gördükleri manzara o derece etkili değildi ve yolcularda az önceki korkularından dolayı bir utanç yarattı. Güvenleri yerine gelmiş ve kendilerini Silindirik De-niz’in efendileri olarak görmeye başlamışlardı.
Bu nedenle de, yüz metreden daha az ilerde yavaş dönen bir tekerleğe benzeyen bir şey sudan fırladığı zaman, uğradıkları şok çok daha büyük oldu. Beş metre uzunluğundaki gövdesi, sular damlayarak ve metalik renklerle parlayarak Rama’nın parlak ışığı altında bir an havada kalan yaratık, büyük bir gürültüyle ve etrafa sular sıçratarak denize düştüğü zaman hepsinin sanki kanı donmuştu. Bu, boru şeklindeki kollarıyla denizin yüzünü döven şey dev bir deniz yıldızına benziyordu.
İlk bakışta bunun bir hayvan mı, yoksa bir makine mi olduğunu söylemek çok zordu. Yaratık biraz çırpındı, sonra suyun üstünde yan döndü ve dalganın yarattığı ufak çırpıntıların arasında sallanmaya başladı Artık onun ana bir diskten çıkarak birleşen dokuz kolu olduğunu görebiliyorlardı. Kolların ikisi, diskin altındaki birleşme yerinden kırılmış, gelişigüzel sallanıyordu. Diğer kollarının uçlarında çeşitli, karmaşık aletler koleksiyonu göze çarpıyordu. Bunlar bir anda Jimmy’ye rastladığı yengeci hatırlattı. Her iki yaratık da aynı evrim çizgisinden — veya aynı çizim tahtasından geçmişlerdi.
Diskin tam ortasında içinde üç göz olan döner bir taret vardı. Gözlerden ikisi kapalı, biri açıktı. Açık olan da bulanık ve görüntü alamaz bir haldeydi. Az önce denizi altüst eden dalganın dipte yarattığı karışıklık nedeniyle yukanlara fırlayan garip bir canavarın can çekişmesini seyrettiklerinden kimsenin kuşkusu yoktu.
Sonra onun yalnız olmadığını farkettiler. Çevresinde rahatça yüzerek onun hafif kımıldayan kollarını ısıran, çok iri ıstakozlara benzeyen iki hayvan vardı. Canavar sağlam kalan kollarındaki güçlü kıskaçlarıyla her ikisiyle de kolayca başa çıkabileceği halde, onların kendisini parçalamalarına hiç direnmiyordu.
Jimmy bir kez daha Yusufçuk’u parçalayan yengeci hatırladı. Bir süre denizde süren tek yönlü mücadeleyi dikkatle izledi, artık düşündüğünün doğru olduğuna emindi.
„Bakın Kaptan,” diye fısıldadı. „Görüyor musunuz? Onu yemiyorlar, ağızları bile yok. Sadece onu parçalara ayırıyorlar. Zavallı Yusufçuk’un da başına aynı şeyler gelmişti.” „Evet. Onu parçalıyorlar, tıpkı… tıpkı kırık bir makine gibi fakat…” havayı koklayarak devam etti: „Hiçbir makine de böyle kokmaz.” Birden başka bir düşünce Norton’u telaşlandırdı: „Tanrım… ya bize de aynı şeyi yapmaya kalkarlarsa! Ruby, bizi en kısa sürede sahile götürmelisin.” Resolution, pillerinin bir daha kullanılamayacak şekilde zorlanması pahasına ileri atıldı. Arkalarında dev deniz yıldızının — buna verecek başka isim bulamamışlardı — dokuz kolu da yavaş yavaş makaslanıyordu. Sonunda bu garip tablo denizin derinliklerinde kayboldu.
Kendilerini izleyen olmamıştı, fakat Resolution merdivenlere yanaşıp hepsi karaya çıkıncaya kadar rahat nefes alamadılar. Norton bu esrarengiz fakat aynı zamanda artık uğursuz olarak görmeye başladığı su şeridine baktıktan sonra bir daha kimsenin bu sulara açılmamasına karar verdi. Burada bilinmeyen çok şey vardı.
Tekrar New York’un kulelerini, duvarlarını ve onun arkasında gözüken kıtanın siyah uçurumunu inceledi. Artık onları ziyaret etmeyeceklerdi ve onlar da bu meraklı insanlardan kurtulmuşlardı.
Bir daha Rama’nın tanrılarını kızdırmayacaktı.