126008.fb2
Norton kesin emir yayınlamıştı. Bundan sonra Alfa kampında her grup en az üç kişiden oluşacak ve bunlardan bir tanesi her zaman nöbette olacaktı. Ayrıca araştırma ve inceleme turunda bulunan bütün ekipler de aynı şekilde davranacaktı. Tehlikeli olmaları mümkün olan bazı yaratıklar Rama’nın içinde dolaşmaya başlamışlardı. Henüz hiçbiri düşmanca bir harekette bulunmadıysa da, tedbirli bir kumandan işi şansa bırakamazdı.
Bu tedbirlere ek olarak, ana girişte güçlü bir teleskopla onları izleyen devamlı bir gözcü bulunacaktı. Bu her yere hakim noktadan Rama’nın içinin tümü rahatça gözlenebilirdi, güney kutbu bile oradan sanki birkaç yüz metre öte-deymiş gibi gözüküyordu. Eğri ana düzlüğe yayılmış bütün gruplar gözlem altında tutulacaktı. Bu şekilde bir sürprizle karşılaşma olasılığı ortadan kaldırılmak istenmişti. Evet, bu iyi bir plandı… fakat tümüyle başarısızlığa uğradı.
Günün son yemeğinden sonra, uyku saati olarak saptanan 22’den az önce, Norton, Rodrigo, Calvert ve Dr. Lau-ra Ernst Merkür’deki Inferno kentinde bulunan vericiden onlar için öze! olarak televizyonla yayınlanan normal akşam haberlerini izliyorlardı. Özellikle Jimmy’nin güney kıtasını ve kendilerinin Silindirik Deniz’den geriye dönüşlerini gösteren filmlerle çok ilgilendiler… bu bölümler, seyreden herkesi çok heyecanlandırmıştı. Bilim adamları, haber yorumcuları ve Rama Komitesi üyeleri, genellikle birbirine zıt fikirler ileri sürdüler. Jimmy’nin karşılaştığı yengece ben-
zer yaratığın bir hayvan mı? Bir makine mi? Gerçek bir Ra-malı mı? Yoksa bu kategorilerin hiçbirine uymayan başka bir şey mi olduğu konusunda kimse fikir birliğine varamı-yordu.
Biraz mide bulantısı ve ürpertiyle dev deniz yıldızının ıstakozlar tarafından parçalanışını sessizce seyrederken birden artık yalnız olmadıklarını farkettiler. Kampta davetsiz bir konuk vardı.
Onu ilk farkeden Dr. Laura Ernst olmuştu. İlk anda büyük bir şaşkınlıkla donup kalan Laura kendisini toplamaya çalışarak: „Kımıldama Bili,” dedi. „Şimdi yavaşça sağa bak.” Norton başını çevirdi. On metre ötesinde çok ince üç bacağın üstünde bir futbol topundan büyük olmayan küresel bir vücut gördü. Vücudun çevresinde 360 derecelik görüş açısı sağladığı belli olan üç büyük ve ifadesiz göz bulunuyordu. Gözlerinin altından da üç tane kamçıya benzeyen uzantılar veya duyargalar sallanıyordu. Yaratık bir insandan daha fazla uzun değildi ve tehlikeli olamayacak kadar narin bir görünüşü vardı. Fakat bunlar, onun kimsenin haberi olmadan içeri sızmasına yol açan dikkatsizliklerini mazur gösteremezdi. Yaratık bu görünüşüyle Norton’-da üç ayaklı bir örümcek izlenimi yaratmıştı. Dünya’da hiçbir yaratıkta görülmeyen bu üç ayakla nasıl yürümeyi başardığını merak etmeye başladı.
Televizyon vericisinin sesini kısarken fısıldadı: „Buna ne diyorsun Doktor?” „Her zamanki üçlü Rama simetrisi.” „Bize zarar verecek bir tarafını göremiyorum, belki şu kamçılarla tatsız işler yapabilir… belki de denizanaları-nınki gibi zehirlidir. Yerinizden kımıldamayın. Ne yapacağını izleyelim.” Onları hiçbir ilgi belirtisi göstermeden birkaç dakika süzen yaratık birden hareket etti — ve o anda onun yanlarına kadar gelişinin neden farkına varamadıklarını anladılar. Çok hızlıydı ve düzlükte o derece olağandışı bir dönme hareketiyle ilerliyordu ki, insan gözü ve zihninin bunu izlemesi son derece zordu.
Aslında çok yüksek hızlı bir kamera ile alınan bir filmin yavaş olarak oynatılması bu meseleyi çözebilirdi. Fakat Norton’un şu anda anladığına göre, her bacak yaratığın hızla döndürdüğü vücuduna bir eksen mili görevini yapıyordu. Diğer taraftan pek emin olmamasına rağmen ona, her birkaç adımda yaratık vücudunun dönüş yönünü değiştiriyor gibi gelmişti. Hareket halinde iken yere değen, kamçılar küçük ve titrek kıvılcımlar çıkarıyordu. Tümüyle kestirmek pek kolay değildi, fakat yaratığın hızı saatte otuz kilometre kadar vardı.
Yaratık bütün kampı hızla kontrol etti. Hiçbir şeyi atlamadan her donatım parçasını; yatakları, iskemleleri, masaları, haberleşme cihazını, yiyecek paketlerini, elektrosan-lan, kameraları, su tanklarını, aletleri… her şeyi ufak dokunmalarla inceliyordu. Yalnız kendisini izleyen dört kişiye yaklaşmadı, insanlarla onların cansız eşyaları arasındaki farkı çizebilecek kadar akıllı olduğu belliydi. Davranışları, onun son derece metotlu bir merak veya araştırma güdüsü olan bir yaratık olduğu konusunda kesin izlenim uyandırmıştı.
O, ayakları üzerinde hızla dönerek araştırmalarına devam ederken, Laura arzu dolu bir heyecanla: „Şunu inceleyebilmek isterdim,” dedi. „Onu yakain-maya çalışacak mıyız?” Calvert’in sorusu çok mantıklıydı: „Nasıl?” „Biliyorsunuz… ilkel avcılar hızlı koşan hayvanları bir ipin iki ucuna sardıkları ağırlıklarla alaşağı edebiliyorlardı. Bu yakalama şekli hayvanları incitmiyordu bile.” „Bunu başarabileceğimizden kuşkuluyum,” dedi Nor ton. „Fakat emin bile olsak göze alamayız. Bir kere bu ya ratığın zekâ düzeyini bilmiyoruz. Sonra anlattığın yol on ların ince bacaklarını kolayca kırar. Son olarak da kendi mizi burnumuzun ucuna kadar belanın içinde buluruz… Ra — ma’da, Dünya’da ve her yerde.”
„Fakat bir örnek ele geçirip incelemem lazım!” „Bu yaratıklardan biri seninle işbirliği yapmayı kabul edinceye kadar Jimmy’nin çiçeği ile yetinmek zorundasın. Şiddet kullanmak yok. Dünya’ya gelen bazı akıllı yaratıklar seni iyi bir örnek görüp ameliyat masasına yatırsalardı ne hissederdin?” „Onu parçalamak istemiyorum ki,” diyen Laura’mn sesi pek inandırıcı değildi. „Ben yalnız onu incelemek istiyorum.” „Eh… dışardan gelen yaratıklar da sana karşı aynt hisleri besleyebilirlerdi. Fakat sen, onlara güveninceye kadar kimbilir ne korkular geçirirdin. Bu yaratığın bir tehdit olarak kabul edeceği hiçbir davranışta bulunmamalıyız.” Norton gemi yönetmeliğini tekrarlıyordu, zaten Laura da bunu biliyordu. Bilimin istekleri, uzay diplomasisi yanında daha az önemseniyordu. Aslında bu konuyu fazla uzatmakta bir anlam yoktu, çünkü yönetmeliklere uyan bir iyi davranış konusuydu bu. Ne de olsa hepsi burada konuk olarak bulunuyorlardı ve içeri girmek için de kimseden izin almamışlardı.
Yaratık incelemesini bitirmişe benziyordu. Kampta son hızla bir tür daha attı, sonra birden merdivenlere yöneldi. Laura fısıldadı: „Merdivenleri nasıl çıkacağını çok merak ediyorum.” Sorusu çabucak cevaplanmıştı. Örümcek onlara hiç aldırmadan yanlarından geçti, hiçbir sıkıntı çekmeden ve hızını hiç azaltmadan merdivenlerden çıkmaya başladı.
„Ana giriş” diye seslendi Norton. „Az sonra bir konuğunuz olacak. Alfa merdiveni altıncı platforma bakın. Ayrıca… aklıma gelmişken bizi çok iyi gözetlediğiniz için teşekkür ederim.” Bir dakika içinde ana girişten özür dileyen sesler duyuldu, sonra: „Şey… Kaptan,” dedi gözcü. „Ancak siz söyledikten sonra orada bir şey olduğunu farkedebildim… nedir bu?” „Ben de senden fazla bir şey bilmiyorum.” Sonra Norton genel alarm düğmesine bastı.
„Alfa kampı bütün istasyonları arıyor. Az önce örümceğe benzeyen üç ayaklı bir yaratık tarafından ziyaret edildik. Bacakları çok ince, iki metreye yaklaşan boyu ve küresel bir gövdesi var. Döner hareketlerle çok hızlı yol alıyor. Zararsız görünüşü var fakat çok meraklı. Sizler farkına varmadan aranıza sızabilir. Lütfen cevap verin.” İlk cevap beş kilometre doğudaki Londra’dan geldi: „Burada olağandışı bir şey yok Kaptan.” Aynı uzaklıkta fakat batıda olan Roma’dan uykulu ve kuşkulu bir ses cevap verdi: „Burada da aynı Kaptan, oh… bir dakika…” „Ne oldu?” „Kalemimi bir dakika önce yanıma koymuştum… şimdi yok! Nasıl?., tamam!” „Mantıklı konuşsana!” „İnanmayacaksınız kaptan. Bazı notlar tutuyordum… biliyorsunuz boş vakitlerimde kimseyi rahatsız etmeden bazı yazılar yazarım… yaklaşık iki yüz yıllık olan en sevdiğim tükenmezkalemimi kullanıyordum… işte şimdi beş metre ilerde yerde duruyor! Anlıyorum… neyse bir şey olmamış.” „Oraya nasıl gitmiş?” „Şey… belki biraz içim geçmiştir. Biliyorsunuz… çok yorucu Bir gün geçirdik.” Norton içini çekti fakat bir şey söylemedi. O kadar az sayıda adamı ve bir dünyayı keşfetmek için o kadar da az zamanı vardı ki! İstekli ve gayretli olmak her zaman yorgunluğa üstün gelemiyordu. Norton bazı gereksiz risklere girip girmediğini düşündü. Belki de adamlarını bu kadar küçük gruplara ayırıp bu kadar büyük sahaya dağıtmakla hata ediyordu. Fakat hızla geçip giden günlerin ve çevrelerinde çözülemeden duran sırların iyice farkındaydı. Her geçen gün bir şeyler olacağına ve Rama Güneş’e en yakın noktaya varmadan onu terk etmek zorunda kalacaklarına daha çok inanıyordu — İlk yörünge değişikliği olduğu andan beri içinde bu his vardı.
„Şimdi… ana giriş, Roma, Londra — herkes beni iyi din-
leşin.” dedi. „Gece boyunca her yarım saatte bir rapor istiyorum. Şu andan itibaren her an konuklarımız olmasını bekleyebiliriz. Bunların bazıları tehlikeli olabilir, fakat, ne olursa olsun olay çıkarmamalıyız. Bu konudaki yönetmeliği biliyorsunuz.” Bu doğruydu ve eğitimlerinin bir parçasıydı. Fakat içlerinden hiçbiri uzun süredir onlara teorik olarak öğretilen ‘Dış dünyalardan gelen akıllı yaratıklarla fiziksel karşılaş-ma’nın ömürleri boyunca gerçekleşeceğini — hatta kendilerinin böyle durumla karşılaşacaklarını hiç düşünmemişlerdi.
Eğitim ve gerçek birbirinden tümüyle farklı şeylerdi. İçlerinden hiçbiri, eski insanlara has ‘kendini koruma’ içgüdüsünün kritik bir durumda tekrar ortaya çıkmayacağından emin olamazdı. Fakat Rama’nın içinde karşılaşacakları her varlığın iyi niyetli ve zararsız olduğunu kabul etmek zorundaydılar. En son dakikaya… hatta daha ötesine kadar…
Kumandan Norton ilk yıldızlararası savaşı başlatan insan olarak tarihe geçmek istemiyordu.
Birkaç saat içinde yüzlerce örümcek ortaya çıkmıştı. Ana düzlüğün her yerinde dolaşıyorlardı. Teleskoptan güney kıtasının da bunlarla dolup taştığı görülüyordu. Fakat, New York adasında bir tane bile yoktu.
Örümcekler kâşiflere aldırış bile etmiyorlardı. Her ne kadar Norton arasıra Dr. Ernst’in gözlerinde bazı vahşi parıltılar yakalıyorsa da, bir süre sonra kâşifler de onlara aldırmamaya başladılar. Norton örümceklerden birinin üzücü bir kaza geçirmesi kadar hiçbir şeyin doktoru memnun edemeyeceğini biliyordu. Böyle, bilimin yararına olan bir durumda ona engel olamazdı.
Örümceklerin pek akıllı olmadıklarına karar vermişlerdi. Gövdeleri bir beyin sığacak kadar büyük değildi. Hareket etmek için harcadıkları enerjiyi nereye depolamış olduklarını anlamak çok zordu. Fakat davranışları merak uyandıracak kadar amaçlı ve işbirlikçi bir düzen gösteriyordu. Sanki her yerdeymiş gibi gözüküyorlar, fakat bir yeri de ikinci kez ziyaret etmiyorlardı. Norton onların bu halini inceledikçe bir şeyler aradıklarını sanmaya başlamıştı. Fakat aradıkları şey ne ise henüz onu bulmuşa benzemi-yorlardı.
Örümcekler üç büyük merdivenle alay edercesine ana girişe kadar çıktılar. Dikey kısımları, sıfır çekim gücü olan yerlerde bile, bu hızla nasıl çıktıkları pek açıklığa kavuşmamıştı. Laura onların ayaklarında emici vantuzlar olduğunu ileri sürüyordu.
Ve sonra, Laura büyük bir sevinçle özlediği örneğe kavuştu. Ana giriş onlara bir örümceğin dikey bölümlerden birinden düştüğünü ve birinci platformun üstünde ölü veya güçsüz halde yattığını haber vermişti. Laura’nm ana düzlükten birinci platforma çıkma süresi, hiçbir zaman kınlamayan bir rekor olarak kaldı.
Laura platforma çıktığı zaman, düşük çekim gücünde bir düşme olmasına rağmen, yaratığın üç ayağının da kırılmış olduğunu gördü. Gözleri hâlâ açık olmasına rağmen dışardan yapılan hiçbir teste olumlu reaksiyon göstermiyordu. Taze bir insan cesedi bile bundan daha canlı olurdu. Laura kararını verdi. Ödülünü Endeavour’a taşıyınca teşrih takımıyla onun üstünde çalışmaya başlayacaktı.
Örümcek o derece narindi ki, neredeyse onun yardımı olmadan parçalara ayrılacaktı. Önce bacakları mafsallarından ayırdı. Sonra, üç büyük daireye bölünmüş ve portakal gibi soyulabilen nazik üst kabuk üstünde çalışmaya başladı. Tanıyıp teşhis edebileceği hiçbir şey görmediğinden, kuşkulu birkaç saniyeden sonra dikkatle bir seri fotoğraf çekti ve sonra neşterini eline aldı.
Nerede’n kesmeye başlasaydı? İçinden gözlerini kapatıp neşteri rastgele bir yere saplamak geliyordu. Fakat bu da pek bilimsel olmayacaktı.
Neşter hiçbir direnmeyle karşılaşmadan derinlere indi. Bir saniye sonra da Operatör Doktor Ernst’in hiç de kadınca olmayan bağırtısı Endeavour’un her yanında ve Ra-maVa çınlıyordu.
Çavuş McAndrevvs’in ürken maymunları yatıştırması tam yirmi dakika sürdü.