126008.fb2
Çavuş Pieter Rousseau bu işi neden gönüllü olarak istediğini bilmiyordu. Bir bakıma bu, çocukluk rüyalarının gerçekleşmesi gibiydi. Beş, altı yaşından beri teleskoplar onu adeta büyülemişti ve gençliğinin büyük kısmı her tür ve büyüklükte mercek toplamakla geçmişti. Bunları kartondan yaptığı borulara yerleştirerek gittikçe daha güçlü teleskoplar yapmış, böylece Ay’ı, gezegenleri, yakın uzay istasyonlarını ve evinin otuz kilometre çevresindeki araziyi yakından tanır hale gelmişti.
Kolorado Dağları arasında, her yönü harikulade ve bitmez tükenmez manzaralarla dolu olan doğum yeri yönünden de şanslı sayılırdı. Tam bir güven ve rahatlık içinde, her yıl bir sürü dikkatsiz dağcının hayatına mal olan dorukları inceliyor; her kayanın, her ağacın yerini ezbere biliyordu. Yeterince çevreyi tanımasına rağmen, daha ötesini de düşünebiliyor, teleskopunun ulaştığı yerlerin dışında, her tepenin arkasında, olağanüstü yaratıklarla dolu dünyaların olduğunu düşlüyordu. Uzun yıllar merceklerinin ona yaklaştırdığı yerleri gezmemişti, çünkü gerçeklerin düşlerle bağdaşmayacağını çok iyi biliyordu.
Şimdi ise; Rama’nın ekseninden gençliğinin en çılgın düşlerinin ötesinde harikaları gözleme şansını bulmuştu. Önünde bütün bir dünya uzanıyordu — bunun küçük bir dünya olduğu gerçekti, fakat, ölü ve hiç değişmeyen bir yer bile olsa, dört bin kilometre karelik bir alanı incelemek bir insanın bütün ömrünü alabilirdi.
Oysa, artık bütün sonsuz değişimleriyle yaşam Rama’ ya gelmişti. Eğer bu biyolojik robotlar canlı değillerse, çok iyi birer taklit oldukları ortadaydı ‘Biot’ kelimesini kimin bulduğunu kimse bilmiyordu. Sanki bir anda kendiliğinden ortaya çıkmış ve herkes tarafından kullanılmaya başlanmıştı. Bu duruma göre ana girişte Pieter, ‘Şef Biot Gözcüsü oluyordu. Ve onları inceledikçe davranışlarını anlamaya başladığına inanıyordu.
Örümcekler hareketli alıcılardı. Görme duyusunu — belki de dokunma duyusu ile birlikte — kullanarak Rama’ nın bütün içini inceliyorlardı. Bazen yüzlercesi tam hızla sağa sola koşuşuyor fakat bir iki gün içinde de yok oluyorlardı. Şimdi ortalıkta bir tane bile görmek çok zordu.
Onların yerine çok ilginç ve etkileyici yaratıklarla dolu bir hayvanlar kolleksiyonu ortaya çıkmıştı. Herbirine uygun bir isim bulmak pek zor olmamıştı. Büyük, yastık gibi yumuşak ayaklı ve Rama’nın altı yapay güneşinin üzerinde dolaşarak onu cilalar ve temizler gibi davranan ‘Pencere silicileri’ vardı. Bunların büyük gölgeleri dünyanın öbür yanında korkunç şekiller yaratıyor, bazen de belirli bölgelerde geçici Güneş tutulmalarına yol açıyordu.
Yusufçuk’u parçalayan yengeç ‘leş yiyiciydi’. Ona benzeyen bir sürü hayvan Alfa Kampı’na yaklaşarak düzenli şekilde çevreye yığılan çöpleri taşmaya başlamışlardı. Eğer Norton ve Mercer onların önüne kararlı bir şekilde dikilip geri çekilmeye zorlamasalar, her şeyi taşımaya kalkacaklardı. Uzlaşma oldukça kaygı verici fakat temiz şekilde olmuştu. Bundan sonra leş yiyiciler nelere dokunmalarına izin verildiğini anlamışlar ve muntazam aralıklarla kampa uğrayarak hizmetlerine gerek olup olmadığını kontrol etmeye başlamışlardı. Bu, en uygun ve yararlı anlaşma olmuştu ve leş yiyicilerin veya çevrede onları kontrol eden varlığın çok yüksek zekâ düzeyi olduğunu kanıtlamıştı.
Rama’da çöp temizlemek çok kolaydı. Her şey, belki de yeniden kullanılabilecek parçalara ayrılmak üzere, denize atılıyordu. İşlem çok hızlıydı. Resolution, Ruby Bar-nes’i büyük üzüntüye boğarak, bir gecede yok olmuştu. Norton, kızı teknenin görevini mükemmel bir şekilde yerine getirdiği ve artık onu kimsenin kullanmasına nasıl olsa izin veremeyeceğini söyleyerek teselli etmişti. Çünkü köpekbalıkları, leş yiyicileri kadar anlayışlı olmayabilirlerdi.
Bilinmeyen bir gezegeni bulan hiçbir astronom, yeni tip bir biot görüp, teleskopuyla onun güzel bir resmini çeken Pieter kadar mutlu olamazdı. Ne yazık ki en ilginç örneklerin güney kıtasında olduğu görülüyordu. Bunlar orada, boynuzların çevresinde anlaşılmaz şeylşr yapıyorlardı. Emici ayakları olan kırkayak türünden bir hayvanın zaman zaman Büyük Boynuz’u incelediği görülüyordu. Pieter bir an için küçük boynuzların çevresinde hipopotam ile buldozer arasında bir köprü oluşturan iri yarı bir hayvan gördüğüne emindi. Hatta orada hareketli bir vinç görevi yapan çifte boyunlu bir zürafa bile vardı.
Rama’nın da, her uzay gemisi gibi, yaptığı uzun yolculuktan sonra denenmeye, kontrola ve tamire ihtiyacı olduğu ortadaydı. Mürettebatı da bütün güçleriyle buna çalışıyorlardı. Acaba yolcular ne zaman ortaya çıkacaktı? Biotları sınıflandırmak Pieter’in tek görevi değildi. Bir görevi de her an Rama düzlüğünde keşif görevi yapan iki veya üç grubu da izleyerek başlarına bir dert gelmemesini sağlamak ve onlara bir şey yaklaşacak olursa haber vermekti. Her altı saatte bir bu işe ayrılabilen başka arkadaşıyla yer değiştiriyordu. Birkaç kez on iki saatten fazla görevde kaldığı olmuştu. Bunun sonucu olarak da Rama’nın coğrafyasını herkesten çok iyi biliyordu. Artık Rama, onun için gençliğinin Kolorado Dağlan kadar tanıdıktı.
Jerry Kirchoff Alfa hava deliğinde göründüğü zaman, Pieter olağanüstü bir şey olduğunu hemen anlamıştı. Uyku devrelerinde personel değişimi yapılmazdı ve şimdi görev saatine göre gece yarısını geçiyordu. Sonra birden Jerry’ nin gemide kalan tek yetkili subay olduğunu hatırladı ve bu kural dışı duruma büsbütün şaşırdı.
„Jerry… gemide yetkili kim var?” İkinci Kaptan soğuk bir şekilde: „Ben,” diye cevap verdi ve başlığının önünü açarken ekledi: „Görevde iken köprüden ayrılacağımı düşünmezsin değil mi?” Elbisesinin cebini açarak üstünde ‘konsantre portakal suyu. Beş litre için’ yazılı küçük bir teneke kutu çıkardı.
„Bu işi iyi beceriyorsun Pieter,” dedi. „Kaptan bunu bekliyor.” Pieter kutuyu eliyle tarttı.
„Umarım içine yeterli ağırlık koymuşsundur, çünkü bazen birinci platforma takılıp kalıyorlar.” „Eh… uzman sensin.” Bu doğruydu. Ana girişteki gözcüler, unutulmuş veya acele gerek duyulan bazı küçük maddeleri aşağıya fırlatmakta bol pratik yapmak fırsatını bulmuşlardı. Bu işin ana noktası; atılan maddeyi düşük basınç bölgesinde bir yere takılmadan geçirebilecek ve yana çekim etkisinin sekiz kilometrelik düşüşte onu kampın çok açığına çekmemesini sağlayabilecek bir atış yapmaktı.
Pieter yere sağlamca bastı, teneke kutuyu sıkıca kavrayarak bütün hızıyla uçurumdan aşağıya fırlattı. Doğru Kamp Alfa’yı hedef almamış, atışını otuz derece kadar yukarıdan yapmıştı.
Hava sürtünmesi hemen kutuyu yakalayarak ilk hızını kesti ve çekim gücü etkisini göstererek kutuyu artan bir hızla aşağı çekmeye başladı. Kutu ilk merdivenlere düştü, çarparak yavaş bir sıçrama ile ilk terastan kurtuldu.
„Artık tamam,” dedi Pieter. „Bir iddiaya var mısın?” „Hayır, sen ne olacağını biliyorsun.” „Hiç sporcu değilsin. Fakat sana ne olacağını söyleyeyim. Kampın üç yüz metre yakınına düşecek.” „Bu pek yakın değil gibi geldi bana.” „Bu işi ara sıra denemelisin. Bir kere Joe’nin birkaç kilometre uzağa atış yaptığını gördüm.” Kutu artık çekime iyice yakalanmış ve kuzey kubbesinin eğimine uygun bir eğri çizerek aşağı düşmeye başlamıştı. ikinci terasa vardığı zaman ise bu çekim ve sürtünmede kazanabileceği en yüksek hıza — saatte yirmi otuz kilometre arası — ulaşmıştı.
Pieter teleskopun arkasına geçerek kutuyu izlemeye çalıştı.
„Şimdi göreceğiz. On dakikaya kadar aşağıya varmış olacak. Ah, işte Kaptan gözüktü… bu açıdan hepsini tanımaya alıştım artık… şimdi bize bakıyor.” „Bu teleskop sana bir güç kazandırmış gibi geldi ba — na.> „Oh, evet, Rama’da aynı anda neler olduğunu tek bilen benim. Hiç değilse bildiğimi sanıyorum.” Bir süre daha kutunun düşüşünü izleyen Pieter: „Keşke iddiaya girseydin,” dedi. „Kaptan yalnız elli metre yürümek zorunda… kutuyu gördü… görev tamam.” „Teşekkür ederim Pieter, iyi iş basardın. Şimdi tekrar uykuna dönebilirsin.” „Uyku mu? Ne diyorsun saat O4’e kadar nöbetteyim.” „Üzgünüm, herhalde uykudasın. Yoksa benim buraya geldiğimi ve bütün bu olanları rüyanda nasıl görebilirdin?”
„UZAY ARAŞTIRMA’DAN — UZAY ARAŞTIRMA GEMİSİ ENDEAVOUR’UN KAPTANINA. AAA ÖNCELİKLİ. OKUNUP YOK EDİLECEK. KAYDI OLMAYACAK. UZAY MUHAFIZLIĞI’NIN BİLDİRDİĞİNE GÖRE ON — ON İKİ GÜN ÖNCE MERKÜR’DEN RAMA YÖNÜNDE ULTRA YÜKSEK HIZDA BÎR ARAÇ HAVALANMIŞ BULUNUYOR. EĞER BİR YÖRÜNGE DEĞİŞİKLİĞİ OLMAZSA VARIŞ 322. GÜN SAAT 15 OLACAK. BUNDAN EVVEL RAMA’Y! BOŞALTMANIZ GEREKEBİLİR. TEKRAR BİLGİ VERECEĞİZ — BAŞKUMANDAN.”
Norton tarihi aklında tutabilmek için mesajı en az on kez okudu. Rama’nm içinde zamanı izleyebilmek çok zordu. Takvimli saatine bakınca 315. günde olduklarını gördü. Demek ki kendilerine bir haftalık bir süre kalıyordu.
Bu haber, içinde yazılı olanlar yönünden değil fakat ima ettiği şeyler yönünden tüyler ürperticiydi. Merkürlüler gizli şekilde bir araç havatandırmışlardı. Bu uzay hukukuna zıt bir tutum oluyordu. Sonuç çok açıktı. Bu araç ancak bir mermi olabilirdi.
Fakat niçin? Endeavour’u tehlikeye atmayı göze almaları anlaşılmaz şeydi.Belki de Merkürlülerden geniş bilgi içeren bir uyarı alacaktı. Acil bir durumda birkaç saat içinde Rama’dan ayrılabilirdi. Fakat bunu son derece sert bir protesto ve Başkumandan’ın direkt emri ile yapacaktı.
Yavaş ve düşünceli bir şekilde yaşam destek sistemi boyunca yürüyerek mesajı elektrosanın içine attı. Makinenin içinde laser ışığının parlak alevi güvenlik önleminin yerine geldiğini bildiriyordu, içinden bütün problemlerin böyle çabuk ve temiz şekilde halledilmemesinin çok kötü olduğunu düşündü.
MERMİ
Mermi, plazma fren jetlerinin parlaması Endeavour’un ona teleskobunda göründüğü zaman, daha beş milyon kilometre uzaktaydı. Bu arada artık sır ortaya yayılmış ve Norton, isteksiz olduğu yüzünden okunarak, ikinci kaptana Rama’yı belki de boşaltmak zorunda kalacaklarını anlatmıştı. Fakat olaylar ona başka çıkış yolu göstermedikçe Rama’yı terketmeye henüz niyeti yoktu.
Frenleme işlerini bitirdiği zaman, Merkür’den gelen bu istenmeyen konuk Rama’dan yalnız elli kilometre ötedeydi ve TV kameraları ile onu incelediği belli oluyordu. Teleskoptan biri önde, diğeri arkada olan iki kamera iyice gözüküyordu. Diğer yandan bir sürü küçük anten ve bunların arasında çok uzaklardaki Merkür’e devamlı yönelik duran, ucu tabak şeklinde, daha büyük bir anten daha görülüyordu. Norton bu antenlerden ne gibi emirler geldiğini ve ne tür bilgilerin geri gittiğini merak etti.
Fakat Merkürlüler henüz bir açıklama veya uyan yayınlamamışlardı. Endeavour, Güneş Sistemindeki bütün yayınlardan yalnız bir tek şey öğrenebilmişti: Bütün hız rekorlarını kırarak buraya ulaşan bu uzay aracı, onu yapanların amacının bir parçasıydı ve bu amaç Birleşik Gezegenler Merkür Elçisinin, Genel Kurul’da üç saat sonra yapacağı konuşma sonunda anlaşılacaktı.
Mermi henüz resmen ortada yoktu. Üstünde hiçbir tanıtma işareti taşımıyor, herhangi bir standart frekans üzerinden de sinyal vermiyordu. Bu, uzay hukukunun kesin şekilde bozulması demek oluyordu. Fakat Uzay Muhafızlığı bile henüz resmi bir protesto açıklamamıştı. Herkes Merkür’ün bundan sonra ne yapacağını sinirli bir sabırsızlıkla bekliyordu.
Merminin varlığı ve geldiği yön açıklanalı üç gün geçtiği halde Merkürlüler inatçı bir şekilde susuyorlardı. İstedikleri zaman bu şekilde davranmayı çok iyi bilirlerdi.
Bazı psikologlar, Merkür’de doğmuş ve büyümüş bir kimsenin mantığını tam olarak anlamanın kesinlikle imkânsız olduğunu ileri sürüyorlardı. Uç kat fazla çekim gücüne sahip Dünya’dan sonsuza kadar sürgün edilmişlerdi. Merkürlüler Ay’ı ziyaret edebilir ve aradaki kısa mesafeden atalarının — hatta anne ve babalarının — doğduğu gezegeni seyredebilirlerdi. Fakat oraya hiç inemeyeceklerini bilirlerdi. Bunun kaçınılmaz sonucu olarak da böyle bir şeyi hiç arzu etmediklerini ileri sürerlerdi.
Bu küçümser göründükleri tatlı yağmurları, dalgalı tarlaları, gölleri, denizleri, mavi gökyüzünü… her şeyi ancak filmler ve TV’den tanıyıp izleyebiliyorlardı. Çünkü kendi gezegenleri öyle bir Güneş enerjisiyle yıkanmaktaydı ki, gündüz ısısı altı yüz derecenin üstüne çıkıyordu. Bu nedenle de dünyalarının bu sertliğine hiçbir şekilde yüzeyde dayanamayacaklarını biliyorlar ve bu çevreden tümüyle izole ettikleri yerlerde yaşamlarını sürdürüyorlardı. Kapalı kentler içinde yaşadıklarından fiziksel yönden çok güçsüzlerdi. Bir Merkürlü, Dünya’nın yüksek çekimine katlansa bile, ekvator üstündeki bir ülkenin sıcak bir gününde gücünü hızla kaybederdi.
İşte bütün bunlar, onları sert huylu insanlar yapmıştı. Bu vahşi ve inatçı gezegenin derinliklerine inebilmek için karşılaştıkları mühendislik problemleri ve yaşamak için gerekli şeyleri ondan alırken verdikleri büyük savaşın yarattığı psikolojik baskılar, güçlüklere dayanıklı ve bir bakıma takdir edilecek bir kültür ortaya çıkarmıştı. Eğer bir şeye söz verirlerse Merkürlülere güvenebilirdiniz, çünkü sözlerini tutarlardı. Kendi yaptıkları bir şakaya göre, eğer bir gün Güneş nova haline gelecek olursa onu kontrol altına alarak büyümesinin önüne geçebileceklerini ancak bunu yapmak için de önceden fiyatını bilmeleri gerektiğini söylerlerdi. Merkürlü olmayan bir şakaya göre de sanat, felsefe veya soyut matematiğe ilgi duyan bir öğrenci, ilaçlı sular içinde bitki yetiştirilen çiftliklere sürülüyordu. Fakat suçlular ve ruh hastalan için bu bir şaka olmaktan çıkıyordu. Suç, Merkür’ün kaldırabileceği bir lüks değildi.
Kumandan Norton bir kez Merkür’de bulunmuş ve bütün konuklar gibi son derece etkilenmişti. Orada birçok dost edinmişti. Lucifer kentinden bir kıza âşık olmuş, hatta onunla üç yıllık bir anlaşma bile imzalamaya kalkmıştı. Fakat kızın ailesinin Venüs yörüngesi dışında bir damat istememesi ağır basmıştı.
Köprü ona seslendi: „Kaptan, Dünya’dan üç öncelikli bir mesaj var. Ses ve onu doğrulayan şifre Başkumandana ait. Almaya hazır mısınız?” „Şifreyi kontrol edin ve dosyalayın, konuşmayı bana bağlayın.” Amiral Hendrix uzay tarihinde az rastlanan bir konuyu ele almaktan çok, sanki günlük bir filo emrini yayınlıyormuş gibi sakin görünüyordu. Fakat, ne de olsa bombadan elli kilometre uzakta olan o değildi.
„Başkumandan’dan Endeavour Kumandanı’na. Şimdi size durumun bizim görüşümüze göre kısa bir değerlendirmesini yapacağım. Genel Kurul’un saat 14’te toplanacağını biliyorsunuz ve siz de toplantıyı izleyeceksiniz. Daha sonra bizlere danışmadan derhal bazı kararlar almanız gerekebilir.”… „Bize gönderdiğiniz fotoğrafları inceledik. Mermi, standart bir uzay sondası, yalnız yüksek itici güçle takviye edilmiş. Başlangıçtaki yüksek hız için belki laser kullanılmış olabilir. Büyüklüğü ve kütlesi 500’den 1000 megaton gücünde bir füzyon bombası için yeterli. Merkürlüler madencilik işlerinde genellikle 100 kullanmaya alışık olduklarından böyle bir savaş başlığını mermiye takmakta zorluk çekmemişlerdir.”… „Uzmanlarımız bize bunun Rama’yı yok edebilmek için en düşük güç olduğunu hesapladılar. Eğer dış kabuğun ince bir yerinde — Silindirik Deniz’in altında — patlatılacak olursa kabuk kırılacak ve gövdenin dönüş hızı da onun parçalanmasını kolaylaştıracaktır.”… „Eğer Merkürlüler böyle bir şeyi planlıyorlarsa, size oradan ayrılmak için yeterli zaman bırakacaklarını tahmin ediyorum. Bilgi olarak şunları not edin; böyle bir bombadan fışkıracak gamma ışıkları sizin için bin kilometre uzaklığa kadar tehlikeli olabilir.”… „Fakat, en ciddi tehlike bu değil. Rama’nın tonlarca gelen ve saatte binlerce kilometre hızla dönerek ilerleyecek olan parçaları sizi her uzaklıkta yok edebilir. Bu nedenle dönen eksen boyunca uzaklaşmanızı öğütleriz, çünkü Rama’nın parçaları bir tek o yönde dağılamaz. Sizin için on bin kilometre oldukça güvenli bir sınır olabilir.”… „Bu mesaj durdurulmadan ve dinlene-meyen güvenli bir kanaldan size ulaştırılacağından konuşmamı açık olarak yapıyorum. Cevabınız ve bizimle diğer temaslarınız güvenli kanallardan gelemeyeceği için dikkatli konuşun ve gerekirse kod kollanın. Genel Kurul toplantısından sonra sizi hemen arayacağım. Mesaj bitmiştir. Başkumandan.”