126008.fb2
Laserle açtıkları delikten dışarı telaşla fırladığı zaman, Rama’nm altı güneşi de Norton’a eskisi kadar parlak gözüktü. Bir an ‘Pieter’in hata yaptığı belli1 diye düşündü… Halbuki hata, Pieter’in yapmayacağı bir şeydi.
Sanki Pieter onun böyle düşündüğünü biliyormuş gibi özür dileyen bir sesle açıkladı: „O kadar yavaş oldu ki, ben bir değişiklik farkedin-ceye kadar uzun bir süre geçti. Şimdi artık kuşkum yok… fotometre ölçüsünü aldım yüzde kırk düşme gösteriyor.” Şimdi, cam tapınağın karanlığından çıkan gözleri kendini ışığa ayarladıka Norton ona inanmaya başlamıştı. Rama’nm uzun günü sona ermeye başlıyordu.
Ortalık hâlâ eskisi gibi sıcak olmasına rağmen Norton titrediğini hissetti. Böyle bir hisse Dünya’da fevkalade güzel bir yaz gününde de kapıldığını hatırlıyordu. Gökyüzünde hiç bulut olmamasına rağmen gökten karanlık yağıyormuş veya Güneş tüm gücünü yitiriyormuş gibi ışıkta ilk anda açıklayamadığı bir zayıflama olmuştu. Sonra bunun bir kısmi Güneş tutulması olduğunu anlamıştı.
Kararlı bir ifadeyle, „Tamam” dedi. „Eve dönüyoruz. Bütün teçhizatı burada bırakın, artık onlara ihtiyacımız olmayacak.”
Bir parça planlı hareket etmiş olmanın onlara şimdi yararlı olacağını umuyordu, Londra’yı özellikle böyle bir kaçış için seçmişti. Çünkü diğer şehirlerin hiçbiri merdivenlere bu kadar yakın değildi. Beta merdivenlerinin ucu sadece dört kilometre ötelerindeydi.
Uzun ve rahat adımlarla koşar gibi gitmeye başladılar. Yarım çekim gücünde bu en rahat yürüme şekliydi. Norton kendini ve arkadaşlarını fazla yormada.n en kısa zamanda düzlüğün sonuna ulaştıracağını umduğu bir hızla ilerlemeye başlamıştı. Beta’ya vardıktan sonra daha tırmanmaları gereken sekiz kilometre olduğunu acı şekilde biliyordu. Fakat tırmanmaya başladıkları zaman kendilerini daha güvende hissedecekti.
Merdivenlere oldukça yaklaşmışlardı, ilk sarsıntıyı duydular. Çok hafifti. Norton içgüdüsel olarak güneye dönüp boynuzların çevresinde yeni havai fişek gösterileri olup olmadığını kontrol etti. Fakat Rama hiçbir şeyi iki kez tekrarlamıyordu. Eğer bu iğne ucu kadar keskin dağlar arasında elektrik deşarjları oluyorsa, bunlar gözle görülmeyecek kadar hafifti.
„Köprü” diye seslendi, „bunu fark ettiniz mi?” „Evet Kaptan. Çok hafif bir şok. Başka bir durum değişikliği olabilir. Jiroskoptan ölçü alıyoruz. v henüz bir şey yok… bir dakika! sonuç olumlu. Şimdi fqrk ettim… saniyede bir mikro radyondan az fakat devamlı.” Demek Rama dönmeye başlamıştı. Eskiden hissettikleri şoklar bir yanlışlık olabilirdi. Fakat artık bu durum bir gerçekti.
„Hız artıyor… beş mikro radyon. Hey! Bu şoku duydunuz mu?” „Elbette duyduk. Geminin bütün sistemlerini işler duruma getirin. Buradan acele ayrılmak zorunda kalabiliriz.” „Herhangi bir yörünge değişikliği bekliyor musunuz? Güneş’e en yakın noktadan oldukça uzaktayız.” „Rama’nm bizim hesaplarımıza göre. hareket ettiğini pek sanmıyorum. Beta’ya ulaşmak üzereyiz. Orada beş dakika dinleneceğiz.”
Beş dakika kesinlikle yetersizdi, fakat onlara beş asır gibi gelecekti. Artık ışığın zayıfladığına, hem de çok hızla zayıfladığına kuşku yoktu. Hepsinin başlığında fener olmasına rağmen burada bir karanlık fikrine dayanamıyorlardı. Psikolojik olarak sonsuz gün ışığına o kadar alışmışlardı ki, bu dünyayı ilk kez hangi şartlar altında ziyaret ettiklerini hatırlamıyorlardı bile. Kaçmak… silindirik duvarların bir kilometre arkasında kalan Güneş ışığına ulaşmak için bunaltıcı bir korkuya kapılmışlardı. Norton seslendi: „Ana giriş, projektör çalışıyor mu? Ona acele ihtiyacımız olabilir.”
„Evet Kaptan, işte geliyor.” Başlarının sekiz kilometre üstünde projektörün ışığı güven verici şekilde parlamaya başladı. Rama’nın artık oldukça zayıflayan gündüzü içinde ışık onlara çok parlak görünüyordu. Daha önce işlerine yaramıştı ve şimdi onlara bir kez daha yol gösterecekti.
Norton bunun şimdiye kadar yaptıkları en zor ve en sinir bozucu çıkış olacağını biliyordu. Ne olursa olsun, acele etmelerine imkân yoktu. Eğer kendilerini aşırı şekilde yoracak olurlarsa, bu baş döndürücü çıkışın bir yerinde çökmeleri ve sızıldayan kaslarının onların hareket etmesine izin vermesini beklemeleri gerekecekti. Şu ana kadar böyle bir uzay görevini en iyi şekilde yerine getirebilecek bir ekip olduklarını kanıtlamışlardı. Fakat et ve kanın da yapabileceğinin bir sınırı vardı.
Bir saatlik devamlı ve yorucu bir çıkıştan sonra düzlükten üç kilometre yukarıya, merdivenlerin dördüncü platformuna ulaşmışlardı. Bundan sonra iş daha kolaylaşacaktı. Artık çekim, Dünya’ya oranla üçte bire düşmüştü. Ara sıra ufak sarsıntılar olması dışında henüz başka olağandışı bir durum yoktu ve hâlâ bol miktarda ışık vardı. Bu kez de oldukça iyimser düşüncelere kapılarak adeta düzlüğü erken terk ettiklerine üzülmeye başlamışlardı. Fakat artık geriye dönüş yoktu. Bir saat önce hepsi Rama’nın düzlüğünde son kez yürümüşlerdi.
Dördüncü platformda on dakikalık dinlenme süresinde Joe Calvert birden hayretle bağırdı.
„Bu ses neydi kaptan?” „Ses..? Ben bir şey duymadım.” „Çok kuvvetli bir ıslık… sonra zayıfladı. Duymuş olmalısınız.” „Senin kulakların benimkinden genç… oh! Şimdi duydum.” Islık her yerden geliyor gibiydi. Kısa sürede hepsinin içine istercesine kuvvetlendi… sonra yavaşça hafifledi ve birdenbire durdu.
Birkaç saniye sonra ıslık yeniden duyularak aynı şeyleri tekrarladı. Bir fener kulesi sireninden sislerle örtülü geceye yayılan hüzünlü ve uyarıcı tondaydı. Bunda bir haber vardı… acele bir haber. Onların kulakları için ayarlanma-mıştı, fakat hissediyorlardı. Sonra… bu işi kesin sonuca bağlamak istercesine haber ışıklarla güçlendirilmeye başlandı.
Işıklar artık sönmeye yakın derecede zayıflamışlardı, sonra birden parlamaya başladılar. Tıpkı birbiri peşinden yuvarlanan yüzlerce ışık küresi, bir zamanlar bu dünyayı aydınlatmış olan altı dar vadide hızla kaymaya başladı. Her iki kutuptan da denize doğru muntazam diziler halinde ve insanı adeta hipnotize ederek kayıyorlardı. Bunun bir anlamı olabilirdi. „Denize”… ışıklar çağırıyorlardı… „Deniz… denize”. Ve bu dayanılması çok zor bir çağrıydı. O derece ki geriye dönüp Rama’nın sularında huzur aramak gibi zorlayıcı hislere kapılmamak imkânsızdı. Norton acele yukarı seslendi. „Giriş kontrol, ne olduğunu görebiliyor musunuz?” Pieter şaşkın… biraz da korkulu bir sesle ona cevap verdi: „Evet kaptan. Güney yarımküreye bakıyorum. Orada hâlâ fazla sayıda biot var. İçlerinde vinçler, buldozerler gibi büyüklerle bir sürü leş yiyici görüyorum. Hepsi de onlarda bugüne kadar görmediğim bir hızla denize doğru koşuyorlar. İşte bir vinç uçurumdan aşağı atlıyor, tıpkı Jimmy gibi… fakat aşağı ondan hızlı düşüyor… suya çarpınca parçalandı… işte köpekbalıkları geliyor… onu parçalıyorlar… öf… hiç tatlı görünüş değil… şimdi ana düzlüğe bakıyorum… işte bozulmuşa benzeyen bir buldozer var… durmadan kendi çevresinde daireler çizip duruyor… şimdi de bir çift yengeç onu parçalamaya başladılar… Kaptan bir an önce yukarıya çıksanız iyi olacak.” Norton ona büyük bir içtenlikle cevap verdi: „inan bana en kısa sürede oraya gelmeye çalışacağız.” Rama fırtınaya hazırlanan bir tekne gibi ambar kapaklarını kapatmaya başlamıştı. Bu fikir Norton’u bir anda büyük bir korkunun içine itti. Düşüncelerini bir türlü mantıksal bir temele dayandıramıyprdu. Artık tam anlamıyla gerçekçi de düşünemiyordu, Şu anda ona hakim olan iki his vardı, kaçma arzusu veya hâlâ gökyüzünde parıldayan ışıkların biotlara katılarak denize yürümesi için ona verdikleri emir.
Merdivende bir bölüm daha… kaslarında biriken zehirlerin dışarı süzülmesi için on dakikalık bir dinlenme… sonra tekrar çıkışa başla… çıkılacak iki kilometre daha… fakat bunu düşünmemeye çalışalım…
Artan ıslıkların çıldırtıcı gürültüsü birden kesiliverdi. Aynı anda düz vadiler boyunca koşuşmakta olan ateş toplarının denize akımı durdu. Rama’nın altı çizgisel güneşi de tekrar bir ışık bantı şeklini aldılar.
Fakat ışıklarını hızla kaybediyorlar… bazen sanki gittikçe zayıflayan enerji kaynaklarından muazzam çekilmeler oluyormuş gibi ara sıra parlayıp tekrar sönüyorlardı. Tırmananlar ayaklarının dibinde sık sık hafif titremeler hissediyorlardı. Köprü, Rama’nın hâlâ tıpkı zayıf bir manyetik alan etkisine kapılmış bir pusula gibi, zor farkedilen bir yavaşlıkla dönmekte olduğunu bildiriyordu. Bu, belki de güven verici bir durumdu. Rama dönüşünü durdurduğu zaman Norton gerçekten korkmaya başlayacaktı.
Pieter artık ortalıkta hiçbir biot görünmediğini bildirdi. Şimdi Rama’nın içinde hareket eden tek şey, kuzey kubbesinin eğri yüzeyinde azap verici bir yavaşlıkla yukarı tırmanan birkaç insandı.
Norton ilk tırmanışındaki baş dönmesini çoktan atlatmıştı. Fakat şimdi yeni bir korku ona hakim olmaya başlıyordu. Burada, düzlükten ana girişe kadar olan sonsuz tırmanışlarında çok çaresizdiler. Ya Rama durum değiştirmeyi tamamlayıp birden hızlanmaya başlarsa! Hızlanmanın eksen boyunca olması çok mümkündü. Eğer bu hızlanma kuzey yönüne doğru olursa, bu bir problem olmayacaktı. Sadece tırmanmakta oldukları merdivenlere biraz daha sıkıca yapışacaklardı. Fakat hızlanma eğer güney yönünde olursa, boşluğa fırlayarak çok aşağıda kalan düzlüğe düşeceklerdi.
Norton bu hızlanmanın çok az hissedilecek şiddette olacağına kendini inandırmaya çalıştı. Dr. Perera’nın hesapları çok açıktı. Rama beşte bir G den fazla bir hıza ulaşamazdı, aksi takdirde Silindirik Deniz’in suları uçurumu tırmanıp güney kıtasını sular altında bırakırdı. Fakat Pe-rera bu hesaplan tepesinde yükselen ve her an üzerine çökebilecek binlerce ton maden yığınının içinde değil, dünyadaki rahat çalışma rnasasmm başında yaomıştı. Ya Rama periyodik su baskınları için düzenlenmişse…
Hayır… Bu, trilyonlarca tonluk şeyin yeterli bir hızlanma kazanmadan birden ileri atılarak onu boşluğa fırlatacağını düşünmek çok saçmaydı. Böyle düşünmesine rağmen Norton tırmanışın geri kalan bölümünde trabzan-ların güvenliğinden hiç uzak kalmadı.
Ömür kadar uzun bir süre sonunda merdivenler bitmiş, önlerinde yalnız yüz metrelik bir bölüm kalmıştı. Bu bölümü tırmanmak gerekmeyecekti. Çünkü ana girişte mürettebattan biri uzattığı bir kabloyla, azalan çekim gücünün de yardımıyla, onları kolayca yukarı çekebilirdi. Yüz metrelik bu dik merdivenin, dibinde beş kilo gelen insan, tepede yaklaşık sıfır kiloya düşüyordu.
Norton yukarı çekilirken rahatlamıştı. Ara sıra trabzanları tutarak hâlâ onu merdivenlerden uzaklaştırmak isteyen yana çekim gücünü kontrol ediyordu. Rama’yı son kez seyrederken ağrıyan kaslarını bile unutmuştu.
Rama’nın içi şimdi Dünya’daki bir dolunay gecesi ay-dınlığındaydı. Her şey açık bir şekilde görülebiliyor, fakat ince ayrıntılar artık seçilmiyordu. Güney kutbu hafif parıldayan bir sisle kısmen örtülmüştü. Yalnız Büyük Boy-nuz’un sivri ucu bu sisin arasından fırlamıştı ve önden, küçük bir siyah nokta gibi gözüküyordu.
Denizin arkasında kalan, dikkatle haritasını çıkardıkları, fakat onlar için bir bilinmeyen olarak kalan kıta, gene o her zamanki gelişigüzel dizilmiş, yamalı şekliyle karşısındaydı. Çok yandan göründüğü ve çok karmaşık ayrıntıları olduğu için Norton ona, incelemekten çok sadece bir göz atmakla yetindi.
Gözlerini Silindirik Deniz’in Rama’yı çevreleyen şeridinde dolaştırdığı zaman, ilk kez olarak denizin dalgalı olduğunu farketti. Dalgalar geometrik denebilecek bir düzenle kıyıya vurmaya başlamışlardı. Rama’nın manevraları çok hafif de olsa, etkisini göstermeye başlamıştı. Eğer Resolution ile bu denizi geçmesini istese Çavuş Barnes’ in dalgalarla savaşmaktan büyük zevk alacağından emindi.
New-York, Londra, Paris, Moskova, Roma… bütün şehirlere elveda derken Romalıların, yol açtığı bazı zararlardan dolayı onu bağışlamalarını diledi. Belki bütün bunların bilim uğruna yapıldığını anlayacaklardı.
Sonra, birden kendini ana girişte buldu ve sabırsız eller onu çekerek hava delikleri boyunca taşımaya başladılar. Elleri ve ayakları aşırı yorgunluktan o derece kontrol edemediği bir titreme içindeydi ki, kendi başına hareket edebilecek gücü bulamıyordu. Bu nedenle kendisine felçli bir yatalak gibi davranılmasmdan memnundu.
Ana girişten içeri ilk süzüldüğü anda Rama’nın simsiyah gökyüzünün üzerine çöktüğünü sanmıştı. Şimdi de hava deliği bu manzaraları ondan sonsuza kadar saklayarak arkasından kapanıyordu.
„Rama Güneş’e en yakın noktaya geldiği zaman gecenin geri gelmesi ne garip” diye düşündü.